11 Ocak 2019 Cuma

schubertooth

bir arabacının arabasından indikten sonra dün gece yağan kardan arta kalan çamura bulanan topuklarını sürüyerek dört basamaklı bir çitten atlarken çıkardığı sesleri anlatmak isterdim aslında. lakin bu kadar uzun cümleler kurmak sıkıyor beni. okurken neyse de yazarken bir sürü şeye dikkat etmen gerekiyor bu kadar uzun cümlelerde. dikkat etmek de sıkıcı işte. garip bir şekilde. yine aynı şeyi daha kısa cümlelerle anlatmak mümkün mü. bence değil. cümleler ne kadar kısalırsa. araya o kadar fazla hayal gücü giriyor.
hayali güçsüz olanlar. uzun cümlelere muhtaç. hayali güçlü olanlar içinse cümleye ne gerek. onlar noktadan bütün bilinmeyenlere ulaşabilen. acayip insanlar. yine de. her şeye rağmen. sesleri anlatabilirim. çıkarılan da olabilir. zaten var olan da. düşük desibelli olup da duymaya kıyamadıklarımız. incinirler belki diye. aşırı düşük desibellilikten. zaten var olan sesler mi daha duyulmaya değer yoksa sonradan var olan sesler mi. bunları tartışamayacak kadar yorgunum. işim gücüm var artık. kafamda elli tane dosya dolanıyor. bilirkişi raporları gözümün önünde beliriyor. sabah ne zaman uyanacağım belli olduğu için uyumak bile istemiyorum. belirsizliğe alışmışım. yıllardır. her anlamda. kime ne.



çay karıştırırken çıkan sesin hastasıyım. daha çocukken sahura kaldırmazlardı beni. uykum da hafiftir. bir şekilde uyanırdım. ama ses etmezdim. git de yat demesinler diye. uyu hadi. okulun var senin cümlelerini duymamak için. on beş yirmi dakika sonra çay karıştırma sesleri gelmeye başladığında. yorganımı attığım gibi koşardım sofraya. çay kaşığının incecik bele dokunduğu anda oluşan çekim alanına kapılırdım. ses de böyledir işte. çeker adamı. çocuğu. insanı. canlıyı. zaman geçti. büyüdük filan. ancak yine de çay karıştırma sesinin cazibesi durur. olduğu yerde. benim için. en sonunda da çay kaşığını çay bardağının köşesine vurmak gerek ama. iki tık. çok değil. rachmaninoff ikinci konçertosundaki son iki nota ne ise. o iki tık da öyle bir şey. tabii benim gözümde. ya da kulağımda. hatta hepsi beyinle bağlantılı galiba. çocukluk muydu yoksa. onu da bilemedim. kime ne.




şimdi bu kadar ses. çay kaşığı. ne gerek vardı. ne kadar da öznel şeyler. bundan bana ne diye düşünebilirsiniz. ki düşünen de oluyor. düşünebildiği varsayımından uzaklaşmak isek. son derece optimist bir tutum takınmış şekilde. bunların  hepsi oraletin karıştırılarak içilmesi gereken bir şey olduğundan bahis açmak içindi. işte bazen de bahis açmak zordur. giriş bulamazsın. boğazın düğümlenir. kurur. iki paragraf hiç edersin. oralet sevdasına. ancak önemsediğim şeyler için iki değil üç paragraf bile harcayabilirim. ki burada önemsenen oralet değil. oraletin karıştırılmadan içilmemesi gerekliliği. o sesi duymadığın sürece bütünlük bozulur. aynı tadı alamazsın. sanırım bu kadar açıklama için ufak da olsa bir teşekkürü hak etmişimdir. ki teşekkür de gerçekten hak edilecek bir şeydir. teşekkür edilmesini umursuyorum. hatta biraz daha ötesinde belirli bir değerlendirme ölçütü olarak kullanıyorum. üzerime vazife olmadığı halde yaptığım işlerde karşılık olarak teşekkür ederim bekliyorum. dahası, birisi bana teşekkür ettiğinde ben de teşekkür ederim diye karşılık veriyorum. teşekkür ettiği için teşekkür ediyorum. nezaketen. içten. kant diye bir adam var. ödev ahlakı için ona da teşekkür ediyorum. ve kendi develiğimden beyfendiyi sorumlu tutuyorum




teşekkür edilmesi gereken durumları buraya yazacak değilim. ancak refleks haline dönüşmesini bekleyebilirim. geçen gün daha. sabah uyandım. gerçekten ama. kahvesiz filan. kendiliğimden uyandım. işime gidiyorum güzel güzel. efendi efendi. beyfendi beyfendi. kaç gündür peşinde koştuğum boyunluğumu da almışım. aşırı mutluyum. geleceğe umutlu bakıyorum. en azından kışı çıkarırım diyorum kendi kafamdan. iş yerime vardım. bu arada. gelecek de bana umutla bakıyor mu acaba diye düşünürken. ofise çıkmak için iş hanına girmem gerekiyor. iş hanına girmek için de yaklaşık yirmi otuz ofisin daha kullandığı ortak bir giriş kapısını açmak. ben de bu kapıyı açmaya yeltendim. başarılı da oldum. kapı açıldı. içeriye girdim. bir de baktım ki iki kişi iş hanından çıkmak için yelteniyor. görüntü itibarıyla başarılı olacak gibi de bir halleri var. her zaman yaptığım gibi kapıyı tuttum. çıkmalarını bekledim. yüzümde amansız bir tebessüm. içimden son derece süslü cümlelerle. selamladım bu iki kişiyi. onlar da hiçbir karşılık vermeden çıkıp gittiler. bir teşekkür bile etmediler. o iki kişiyi not ettim. aklımdan çıkmazlar artık. adliyede karşıma çıkmasınlar. oyunlarını bozarım. her kararlarını temyiz eder. sürüm sürüm süründürürüm. bittiniz olum siz. her hafta evinize ödeme emri göndereceğim. icrada tanıdıklarım var. yanlış adama teşekkür etmediniz. kısacası teşekkür edin. ağzınıza yapışmaz.




bir defasında da çocukluk arkadaşımla dolmuşa bindik. bizden sonra binen bir hanımefendi. şuradan bir kişi uzatır mısınız dedi. tabii ki dedik. arkadaşım uzattı. para üstünü. hanımefendi de teşekkür etmedi. oha lan dedik. bir teşekkür bile etmedi. arkadaşım çok bozuldu. ben de gaz verdim biraz. hanımefendinin yanına gidip neden teşekkür etmiyorsunuz. ben sizin paranızı uzatmak zorunda mıyım dedi. hanımefendi de evet zorundasınız dedi. arkadaşım öyle kaldı. ben de arkasından feci şekilde gülmeye başladım. dolmuştan indi. yarım saat küstü bana. sonra tavla oynayacak kimseyi bulamayınca barıştık. yine de. en çok teşekkür edilmesi gerekip de edilmeyen yer toplu taşıma galiba.




demişken. toplu taşımadaki en büyük çatışmamı yaşadım. yaklaşık bir hafta kadar önce. süper işimden evime dönüyorum. meslektaşlarımın aksine arabam da yok benim. karbon salınımına karşıyım. toplu taşıma kullanıyorum. bisikletim var ama hava eksi yirmilerde. bir de param yok açıkçası. araba alacak kadar. param olsa karbonu da umursamam. bilmezden gelirim. bir tecahülü arif değil ama kimyam çok kötü der geçerim. kime ne.




neyse otobüse bindim. kartım olmadığı için fazladan para ödedim. beş liraya sattıkları kartı satın aldıktan sonra evde unuttuğum için otuz beş kuruş fazla ücret ödedim. soğuk havada evime ulaşmak için. iş çıkışı bir sonraki iş gününe hazırlık olarak dinlenmek adına. üçün beşin hesabını yapan biri değilim ama hizmet sözleşmesinden çok gönüllü soyulma gibi gelmeye başladı. zilyetliği elimle devrediyorum. ancak iradem etkileniyor. serbest piyasa olmadığı için. zorunda bırakıldığımdan dolayı. bakın daha yerime oturmadan rahatsızlık verici durumlar baş göstermeye başladı. sonra otobüse baktım şöyle bir. oturabileceğim müsait bir koltuk göremedim. ben de gittim engelli koltuklarından bir tanesine oturdum. kâbil diye bir kitap okuyordum o sıralar. kaldığım yerden devam ettim. çok da uzun olmayan bir aradan sonra ki sanırım üç sayfa ve beş satır ilerleyebilmiştim. hanımefendinin birinin beni dürtmesiyle irkildim. ne yapıyorsunuz hanımefendi dedim. seslendim duymadınız dedi. lütfen bir daha dokunmayın bana dedim. koruyabilğim tek özel alanıma da müdahale etmeyin. kusura bakmayın demedi. özür dilemedi. direkt olarak bana yer versene evladım dedi. üzerimdeki şoku atlatamadan. ben engelliyim hanımefendi dedim. görmüyor musunuz. herhangi bir engel göremedim kusura bakmayın dedi. bakmayı bilmiyorsunuz o vakit demek zorunda kaldım. ben de yaşlıyım ama dedi. müsaade ederseniz kitabıma devam etmek istiyorum dedim. o sırada otobüste hiç de küçük sayılamayacak bir tartışma başladı. sanırım üç ana guruba ayırabiliriz. birincisi benim engelli olup olmadığım ile alakalı. arka sıralardan bir beyfendi goç gimi deliganlısın yer versene deyzeme dedi. hemen iki sıra önünden abicim çocuk engelliyim diyor anlamıyor musunuz diye bir karşılık yükseldi. bir iki cılız ses daha duyuldu ancak engelli olma halim genel kabul gördü otobüste. ikinci gurup ise insanların özel hayatını ele aldı. bir kişiyi dürtmek ne derece doğru. bu tartışıldı. bir belediye otobüsünde. erkekler bunda bir beis görmez iken kadınlar tacize varan boyutlara ulaşabildiğinden sakıncalı bularak benim yanımda oldu. son olarak da asıl krizi çıkaran kısım tabii. boş bir koltuk için bir engelli ile bir yaşlı karşı karşıya geldiğinde önceliğin kimde olacağı meselesi. bu konuda çeşitli fikirler ortaya atılsa da. üçüncü bir kişinin bunlara yer vermesi gerektiği. ya da azar azar oturmak gibi. son sözü şoför bey söyledi. araba benim dedi. yaşlı hanımefendi bu çatışmada öncelikli taraf olarak seçildi. ben koltuğumdan kaldırıldım. kitabım örselendi. otuz beş kuruşumun yasını tutarken bir de örselenmiş kitap eklendi.




ertesi gün belediyeye gittim. yine toplu taşıma ve yine aynı sebepler ile. böyle bir çatışma yaşadığımızı. bu konuda bir düzenleme yapma zorunluluğunun hasıl olduğunu. kendi örneğim üzerinden açıkladım. gerekenin yapılacağını söyleyip çay ısmarlama teklifinde bulundular. oralet içebileceğimi söyledim. bulunmuyormuş. teşekkür edip çıktım. şimdi düzenlemeyi bekliyorum. böyle bir çatışma yaşamamanızı umut ediyorum. İyi ulaşımlar.

3 yorum:

  1. Kısa ve uzun anlatım konusuna katılıyorum.Bu durumu sık yasayanlardanim..
    Otobüs olayı evet maalesef bu ve benzeri olaylar hemen her gün karşılaşıyoruz.. Nezaket yok ..Büyükler küçükleri yaşları ile ESIR almışlar.. Yaşlılar yaşlarının gereği gibi davranmıyorlar..

    YanıtlaSil
  2. konuları ilişkilendirmen çok doğal biçimde olmuş yazında ama okuyunca nedense bende çay bardağı ve kaşığının çıkardığı sese takıldım haklısın görmeden duyulan bu ses gerçekten çaya bir davet gibi....

    YanıtlaSil
  3. hergün metrobus kullanan biri olarak o kadar iyi anlamdım ki yazılanları ...

    YanıtlaSil