14 Haziran 2018 Perşembe

temadi


önce yaşayıp sonra yazmak daha mümkün gözükse de siz hiç daha önce yazdığınız bir şeyi sonradan yaşadınız mı. ben yaşadım. noktası noktasına. virgülsüz. 

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki özlemişim. Tahminimin ötesinde bir şiddetle özlemişim. Ancak tuşlara elimin değdiği anda hissedebildiğim bir çeşit özlem bu. Daha öncesinde farkında değildim. Nasıl olabilirdim ki zaten. Bir duyguyu tekrar yaşamadan ne kadar özlediğini nasıl bilebilir insan. Nasıl olur da iki tarafın bulunmadığı bir durumda karşılaştırma yapabilir. İşte şimdi. Tekrardan dokunabildim tuşlara. Nihayet.

Şimdi burada. Şehrin kuzeyinde bir kenar mahallede. Paramın giderek azaldığı şu günlerde. bundan da beteri olamaz diyebileceğim bir odadayım. Üç katlı bir evin çatı katında. Odam. Küçük ve köhne olanından. Sen de olmasan ne yapardım ben bu yağmurun terk etmediği şehirde. Yatağım ve masam dışında bir de sandalye sığdırmışlar buraya. Ortada bir yerlerde oda ile pek de ilişkisi olmayan bir halı boylu boyunca serilmiş. Uçları yer yer yanmış. Kenarlarında yırtıklar var. Ayakkabının sadece uyumak için çıkarıldığı bir ortamda varlığını sorgular şekilde duruyor öylece. Şu an üzerinde bulunduğum sandalye ile yatağın arasını kapatacak şekilde konumlandırılmış. Neyse biz önümüze bakalım. Masayı pencerenin önüne koymuşlar ki güneş ışığından faydalanarak bir şeyler karalayalım. Ama nafile. Dün birkaç saat boyunca cebimde kalan bozukluklardan bir tanesi ile camdaki kiri kazımaya çalıştım. Şimdi ancak güneş biraz sızabiliyor içeriye. Sanırım bir haftaya kalmaz yeterince ışık girecek kadar temizlemiş olurum. Yağmur yağmadığında açarım belki de kim bilir. Tabii öyle bir gün olursa bu şehirde. Dedemden kalma çakım ile masanın köşesini kazıyarak bir küllük yaptım kendime. Sekiz on izmarit ile dolsa da şu an için bulabildiğim en iyi imkân bu. Küllüğü de yaptıktan sonra masada ancak daktilomu koyacak kadar yer kalıyor. Biraz zorlarsam bir bardak da sığdırabilirim belki ancak şu sıralar kahve bile lüks benim adıma. Zaten dökülmesin diye dikkat etmek zorunda kalacağımdan ne yazdıklarıma odaklanabilirim ne de kahvenin tadını alabilirim. Kahve demişken uyanalı dört saat oldu ve ağzıma bir lokma bile koymadım daha. Sigara içmek bazen beslenmeye olan ihtiyacı unutturuyor. Pencere kenarında kalmış bir parça ekmeğe de takılmaya  başladı gözlerim. Bir an önce odadan çıkıp bir şeyler yemem lazım galiba. Özlemimi giderecek kadar yazamadım henüz ama önceliklerimiz var işte. İhtiyaçlar sıralaması dostlarım. Üzgünüm. Ne zaman döneceğimi bilmemekle beraber gidiyorum.

Geldim tekrar. Ne yedin diye merak edenleriniz olacaktır elbet. Sahi ne kadar da meraklıyız. Bize ne sanki olanlardan. Bilmesek ne kaybımız olur. Kimin ne yaptığından. Madem meraklıyız bu kadar. Kimin ne hissettiğine neden duyarsız kalabiliyoruz bu denli. Hiç çekinme. Dürüst ol işte. Hiçe saydığın duyguları sırala şimdi. Sahi nasıl sıralayabilirsin ki. Hiçe sayılan şeylerin listesi tutulmaz. Geçmişe bakıp da unutamadığım birini gördüğümde. Hiçe saymış olmayı dilerim. Hava karardı iyice buralarda. Işığım yetersiz. Pek seçemiyorum detayları artık. Ve odam böyle daha güzel. Ayrıntılar her zaman can sıkıcı aslında. Birisini ne kadar ayrıntılı seversen işte o kadar da detaylı hatırlarsın. Bunu unutma. Yüzeysel yaşa her şeyi. Ya da sonu olan her şeyi diyelim. Sonsuz bir şey bulursan da haber ver beraber yaşayalım. En azından bir parça da ben tadayım sonsuzluktan. Geçici olanlar daha fazla seviliyor deme şimdi. Sonsuzluğu tadan birini getirin bana. Anlatsın da görelim.

Tamam ne yediğimden bahsediyorum şimdi. Daha da fazla merak ettiniz değil mi. Genelde de böyle olur zaten. Kafana takılan şey öğrenemediğin süre ile doğru orantılı olarak büyür gözünde.   Bir tost için sizi bu kadar bekletmek istemezdim ama sade bir tost yedim. İki bardak da Belçika birası içtim. Son elliğimi bozdurdum bunları tadabilmek adına. Ama bunlardan daha önemli bir şeyden bahsedeceğim. Evden çıktığımda hangi yöne gideceğimi düşündüm bir süre. bu iç karartıcı şehrin sokakları birbirinin aynı. Uzaktan gördüğüm bir siluete doğru yürümeyi tercih ettim. Uzaktan bile mutsuz gözüken bir gölgeydi sadece. Gölgelerin de ruhları var. Olmalı yani. Birbirinden ayırt edilebilmeli. Ben insanların önce gölgelerine bakmayı tercih ederim. Gölgeler saklayamaz. Gerçektir gölgeler. Bunları düşünerek yaklaştım. Otuzlarında gözüken bir hanımefendi çıktı karşıma. Yaklaştıkça daha da fazla hüzün kapladı gölgesini. Yüzünü görebiliyordum artık. Fazla iddialı bir makyajı vardı. Elmacık kemiklerini bütünüyle ortaya çıkarmaya çalışmış ama pek de başarılı olamamıştı. Dudağını bordo bir ruj kullanarak kalınlaştırmayı da başarmıştı. Çekici olmak ister gibi bir hali vardı. Ama gözlerinde açık bir hissizlik hâkimdi. Boş bakıyordu. Sadece ileriye doğru. Bir beklentisi olmadan bakmak gibi bir şeydi. Beni fark edene kadar izledim bu hissizliği. Nadir rastlanır bana göre. Hiçbir şey barındırmayan bir bakışa. Beni görür görmez toparlandı. Gülümsemeye başladı hemen. Gözlerine bakıyordum sadece. Bakışlarına bir şeyler katmak için uğraşıyordu. Şehvet belki de bilmiyorum. Onu arzulamamı ister gibi bakmaya gayret ediyordu. Ama içten olmayan bir bakışı anlayacak kadar göz göze geldim ben insanlarla. İçinden gelmeyen. İş  olsun diye bir bakıştı bu. Hiç âdetim olmamasına rağmen selam verdim. Sıcakkanlı bir şekilde karşılık verdi. Öyle pek fazla düşünmeden. Refleks olmuştu belki de güleç bir tavırla insanların selamına karşılık vermek. Nasıl olduğunu sorduğumda buna biraz şaşırmışa benziyordu. Ama yine hızlıca iyiyim diyerek geçiştirmek istedi. Bense ısrar ettim. Gerçekten nasılsın.  Merak ediyorum doğrusu. Nasılsın sorusuna verilebilecek onlarca cevap varken. Neden insanlar sadece iyiyim diyerek karşılık vermeyi seçer. Ne demek istiyorsun tam olarak. Anlatmak istediğim şu. Nasılsın diye sormak samimiyetsiz mi geliyor sana. Neden gerçekten nasıl olduğunu söylemiyorsun. Gerçekten iyi olmadığımı nereden çıkarıyorsun şimdi. Gölgenden. Gölgemden mi. Bir gölgeden nasıl anlayabilirsin ki bunu. Söylüyorum işte iyiyim. Daha fazlasına neden gerek duyuyorsun.  Önemsiyorum. Beni mi. Hayır. Seni önemsemiyorum. Nasılsın sorusuna verilen cevaplar ile ilgileniyorum daha çok. Öyleyse git başkasına sor. Beni diğerlerinden ayıran ne var. Seninle karşılaştım işte burada. Bu rastlantı ayırıyor seni diğer insanlardan. Şimdi bu beni farklı mı yapıyor. Evet farklı yapıyor ama önemli olduğun anlamı da çıkmıyor bundan. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Sadece nasıl olduğunu öğrenmek istiyorum. İstemezsen cevap vermek zorunda değilsin ama iyi olmadığını da görebiliyorum. Tabii gölgemden değil mi. Evet. Gölgeler yalan söylemez. Bunu daha önce kimse söylemedi mi sana. Hayır daha önce hiç kimseyle gölgeler hakkında konuşmadım ben. Gölge işte. Bu kadar üzerine düşünülecek bir tarafı yok. Aslında bir noktaya kadar hak veriyorum sana. Gölgeye sıra gelene kadar düşünülecek çok şey var. Aç mısın bu arada. Sanırım bir şeyler yiyebilirim. Ben de bir şeyler yemek için çıkmıştım evden. Yeniyim buralarda. Bildiğin güzel bir yer var mı bir şeyler yemek için. Bildiğim bir yer var ama güzel olduğunu söyleyemem. İstersen gidebiliriz birlikte. Tabii neden olmasın. Ama acele edelim çok açım. Tamam yakın zaten gideceğimiz yer. Acele etme bu kadar yak bir sigara ve adımlayalım.


Yavaşça yürümeye başladık sonra. Rüzgarın kendine has sesini dinledim yol boyunca. Gerçekten de güzel gözükmeyen bir yere geldik sonunda. İçeri girerken hafifçe bana bakıp gülümsüyordu.  Neden gülümsüyorsun. Buraya daha önce kimseyle gelmedim ben. Neden gelmedin ki. Daha önce hiç kimse gerçekten nasıl olduğumu merak etmedi. Sana öyle gelmiş olmasın. İnsanlar çok meraklıdır aslında. Hayır ciddiyim. İyi olduğumu duymak ile yetindi tamamı. Ama insanların meraklı oldukları konusuna katılıyorum. Katıldığımız ne çok nokta var aslında. Peki hep katılmakla yetinir misin. Boş ver şimdi bunları da ne yemek istediğine karar ver. Boş veremem ki ben. Nasıl yani. Önemsiyorum işte. Neyi önemsiyorsun. Nedenleri. Ne kazandıracak sana bu nedenler. Belirli bir kazanç elde etme amacı gütmüyorum. Ne iş yaparsın sen. Ne önemi var ki şimdi bunun. Önemli mi olması gerekir. Gereklilikler fazla göreceli değil mi. Soru sormadan duramaz mısın sen. Sorular sorarak ilerliyorum sadece. Tamam öyle olsun. Hadi karar ver ne yiyeceksen. Sen ne yiyeceksin. Tost. Tamam. Ben de aynısından istiyorum.


Siparişlerimiz gelene kadar mekâna baktım sakince. Pek kendimi zorlamadım ayrıntıları yakalamak için ki zaten ben fark edemem ayrıntıları. Onlar gelir benim gözüme takılır. Bir yerlerden çıkar gelirler. Göze çarpan şeyler ile de pek ilgilenmem zaten. Sıradan olmalı. Kıymetli şeyler. İnsanın gelip de gözüne sokulan her ne varsa. Orada bir güvensizlik vardır. Sanki onu gözüne sokmazlarsa hiç fark edilemeyecekmiş gibi. Sanki dışarıdan bir yardım almadan var olamayacakmış gibi. İşte bunun için sıradan şeyler daha çok güven verir bana. Mekân da tam da böyleydi işte. İçeride göze çarpan ya da dikkat çekici tek bir şey bile yoktu ama güven veriyordu bana. İyi hissediyordum kendimi girdiğim andan beri. Daha da önemlisi rahat hissediyordum. Ait hissediyordum. Sıradan insanların geldiği. Sıradan bir mekân işte. Masalar. Sandalyeler. Işıklar filan vardı. Gözünü kapattığında aklına ilk gelen mekandan pek de bir farkı yoktu. Tam bunları kafamdan geçirirken birden koluma dokunması ile irkildim. Sana sesleniyorum neden cevap vermiyorsun. Kusura bakma bende biraz odaklanma problemi var da. Nasıl yani. Yani düşünürken fazla odaklanıyorum. Duyamıyorum başka bir şey. İki işi aynı anda yapamaz mısın sen. Hayır yapamam. Sen yapabilir misin. İşine göre değişir aslında. Neyse. Nasıl buldun mekanı sen onu söyle. Daha önce gelmiş gibiyim buraya.


Çoğu yer birbirinin aynı gelir bana. Daha önce gitmediğim her yer aynıdır aslında.

10 Haziran 2018 Pazar

sel

gökyüzünü davet et soframıza
ve kuşlar hatırlasın adını
tırnak aralarına kazınsın neşemiz
ve bütün tırnak makasları işlevsiz
kalsın, hadi
bir dikişte içelim
sek olsun
çok az tebessüm belki
yadigar olacak radyodan hoş seda
nefesin
nefesin işte
bütün bir bahardan daha taze
ve bütün bir kıştan daha ürpertici
söylemiş miydim sahi
içim
içim titriyor işte
kahverengi sığınaklarda sakladığım
dünyanın en gizli riyakarlığıyla
ben
ben mi kimim
elindeki sigara
küllükteki izmariti yakar
sonrasında kesif bir koku yayılır ya
o odadaki perdeyi takan adam
benim





5 Haziran 2018 Salı

precise

pencereyi sağıma aldım artık. dayanamadım karşımda aydınlığın oluşuna. hiçbir olumluluğa katlanamıyorum. ellerim o kadar yavaş hareket ediyor ki. bir bardak suyu on dakikada içebiliyorum. sokağa çıkarsam. ki bu aralar çok nadiren gerçekleşen bir şeye dönüştü bu eylem. sokağa çıkarsam. nereye gittiğimi umursamadan bir süre gidiyorum. yemek kokuları aldığımda kafamı kaldırıp. en yakın yere girerek bir şeyler atıştırıyorum. o kadar umurumda değil ki artık neyin ne olduğu. o kadar umursamaz bir halim var ki geçici olan şeylere karşı. hayatı da geçici olmakla yargılayıp. umursamıyorum. ileriye dönük yaşamaktan bıktım. geçmişin acısını şu an yaşamaktan da bıktım. halihazırda peydah olan hiçbir şeyin farkına varamıyor oluşumdan da bıktım. öyle bir form haline geldim ki. ne geçmişe takılıp kalabiliyorum. ne şu anı yaşayabiliyorum. ne de gelecek ile ilgili bir ilerleme kaydedebiliyorum. o kadar bıktım ki her şeyden. ben gülmekten bıktım. daha da ötesi sevmekten bıktım. yirmili yaşların ortasında daha. sevmekten bezdim. sevdiğim şeyleri aşırı seviyorum. bütün ruhumu veriyorum. kalmıyorum geriye. ben severken yaşayamıyorum.

herkes aşırı seviyor belki de. bilemiyorum. ben şu sıralar gerçekten kendi derdimleyim. var olan her şey o kadar anlamsız gözüküyor ki gözüme. kütüphanede aniden masa lambasını elime alıp ne işi var lan bunun burada diye bağırmak istiyorum. ne gerek var lambaya. zaten her yer ışıl ışıl. güneşi mi anlamsız kılmaya çalışıyorlar. bilmiyorum. ki bilmek de istemiyorum. amaçlara ulaşmaya çalışmaktan da bıktım. sadece bir fincan çayımı alıp güzel müzikler ile yetinebilmek. ne güzel olurdu aslında ki yine de bir iki satır eşlik etmeli güzel diyebileceğim her şeye. 

bazen cümleler duyarız. okuruz. aklımızdan geçer. yazarız. sonra da deriz ki bunlar ancak duyulabilecek şeyler. okunabilir en fazla. en olmadı aklından geçer. bir köşeye yazarsın. ama garip olanı o cümlenin öznesi olmak. içerisindeki alelade bir nesne olmak. hatta cümledeki öznenin elindeki nesne ile geçerken uğradığı herhangi dolaylı bir tümleç olmak. ki bu garip sahiden. hikayelerin misafiriyiz. sahip olamayacağımız şeyler arasına adını yazdırmaktan öteye gidemez. gün doğumları gibi. her sabah. belirli saatte uyanıp karşılama telaşına düşersin. hatta bazen sabrın kafi gelmez. geceden hiç uyumazsın. herhangi anını kaçırmamak için o aydınlanmanın. seni konuk eder eşsiz güzelliğine gün doğumu. orada istediğini görür. istediğini hisseder. istediğini duyabilirsin. ve bu arada. gün doğumları da geçicidir. bunların hepsini iki arada ve bir derede yapmak durumundasın. önceden yaptığın bütün hazırlık. bütün ertelemelerin. kar etmez o süreçte. yaşayabildiğin her şeyi sunmaktan öteye gitmez. aslında insan bir yerde tüketiciden ziyade üretici. özellikle hayat denilen geçici dönemi anlamlandırmak konusunda. tüketilen şeyler belki kimlik katar kişiye. ama asla seni sen yapmaz. beni de ben yapmaz. fakat. çoğu zaman tüketmeden üretmek mümkün değil. ki hatta zamanın da tüketilebilir bir şey olduğu hesaba katıldığında. ufacık bir nefes için dahi bir şeyler tüketmeli insan. ne şekilde isimlendirilmiş olursa olsun. kaçınılmaz geçici süreçler. o zaman zarfını hiç ettiğinde geriye kalan üretim kadar anlam kazanabilir. 

ne kadar sevinçli kırgınlıklar yaşıyoruz. ve ne kadar normal iyiliklerde teselli bulabiliyoruz aslında. toz şeker kullanan biri için çayın tam da istediği kıvamda olması. bazen teselli verebilir kişiye. günün sonunda evine geldiğinde. suyu ısıtmaya yarayan gereci çalıştırdıktan sonra montunu asarsın. o arada sigaranı sarar. bardağına bir sallama çay atarsın. su tam ısındığında montunu çıkarıp sigaranı sarmış olmak. hatta bardaktaki çayın bile hazır olması. sana bugün de hiç zaman kaybetmedim hissi verir. üstüne bir de çayına attığın şeker seni rahatsız etmeyecek seviyede ise. aniden hayat ne güzel hissi bile verebilir. iyi hissetmek hem aşırı kolay. hem de imkansız. ki saf bir duyguya sahip olmanın imkansızlığı göz önüne alındığında. belki de işimize gelen duygulara yoğunlaşıyor. diğerlerini de görmezden gelebiliyoruz. kişi kendini ikna edemediği sürece. iyi halde olma isteğine. ne iyidir hissedilen. ne de aslında gerçektir iyi olan. 

ertelenen her şey daha az yaşanıyor demek bir yerde. ve hayatı ertelemek. daha az yaşamak demek. neden daha çok yaşayalım. daha çok hayatta kalmayı matah bir şey sanan insanların arasında. neden uzatalım geçiciliğini doğasından alan süreçleri. neden daha fazla beyaz saç sayalım. neden düşünmekten kaçınalım. bu denli uzun zamanlar boyunca. 

3 Haziran 2018 Pazar

hangup


bazen sırf merak ettiğim için yazıyorum. bittiğinde bu yazma işi. bunları da nereden çıkardım acaba diye şaşıyorum. en ufak bir fikrim bile yokken ve fikir sahibi olmak sanılandan daha zor iken. elime geçen ilk kalem kağıdı kullanma ihtiyacı hissediyorum. refleks ya da alışkanlık denilebilir. kimisi bulmaca çözer mesela vakit geçirmek adına. ben de yazıyorum. artık ne denk gelirse. başlayabilecek bir iki kelime bulabilirsem yeterli. gerisi geliyor. gerisi artık. kendiliğinden diziliyor yan yana. alt alta. hoşlarına gidecek bir düzen oluşturabilmeleri için serbest bırakıyorum. hem akıldan geçenleri. hem de dünyaya kendilerini duyurabilmelerini sağlayan kelimeleri. sigara içiyorum diyelim. yedi dakika sürecek bu eyleme bir yazı iliştiriyorum. edebi bir kaygı gütmeden. imla bilmeden. içten geçen üç beş kelime sıralıyorum. ya da kelimeler kendini sıralıyor. ortak bir karar da alıyor olabiliriz. birimizden birinin sözü daha geçerli olacak diye bir kural yok. herhangi bir kural da yok. ben böyle yazıyorum. bu şekilde yazmayı seviyorum. ancak bu şekilde okumayı sevmiyorum. okuduğum her şey nizami olmak zorunda. yoksa kırarım kalbini. yazanın. kendime kıyamadığımdan belki de. yazdıklarımı hiç okumam. aralara bir iki nokta serpiştirilmiş kısa süreli saçmalamalar olduğunu biliyorum. insan ne yaptığını bilmeli. bilmediği işi de yapmamalı. en azından. yaptığını iddia etmemeli. bir şeyler olmalı. ve bu olanlar isimlendirme eyleminden tenzih edilmeli. ayrı tutulmalı. bırakalım bir şeyler de isimsiz kalsın. ölmeyiz bence. ecele tekabül etmediği sürece.

yazdıklarımın bir yerinde okuyanlardan özür dilemeyi de ihmal etmem. hatta bu özür işini görev kabul ederim. sonuçta benim saçmalıklarıma katlanmak adına vakit harcıyorlar. ki vaktin telafisi yok. harcadın mı bitti. gitti. ikamesi mümkün değil. buraya kadar katlananlara önce teşekkür ederim. sonra da özür dilerim. bundan sonra da çok önemli şeyler yazmayacağım. vaktini kaybetmek istemeyenleri ikaz edeyim.

çay içiyordum ve bitti. son yudumlar hakkında bir şeyler yazma niyetindeyim. belki bir yerden sonra aklıma başka bir şey gelir ve başkaca yollara saparım. kelimeler sıvılaşır. bulunduğu kabın şeklini alır. hatta süblimleşir. dağılır gider. bilemem. ki biliyorum diyen de yalan söyler.

yudum dediğime de bakmayın. ben işin daha çok tadım tarafındayım. son tadımlar hakkında bir şeyler yazacağım sanırım. zandan öteye gidemeyen girizgahlarıma bir yenisini ekleme telaşına kapılmış da olabilirim. ihtimal çok. bunların hepsini tane tane tespit etmek oldukça zor. bakın teker teker olsaydı daha kolay olurdu. çünkü tane tanelik içerisinde bir miktar titizliği de barındırıyor. ancak teker teker daha ziyade nicelik üzerine kurulu bir ayrıştırma. bana göre ve aklın kabul edeceği ölçülerde. nitelik ve nicelik bir arada bulunmalı. en azından biri uğruna diğeri hiçe sayılmamalı. mesela kalabalık olalım da ne olursa olsun dememek lazım. son derece temiz ancak incecik akan bir akarsuyun debisini artırmak adına pis suları akarsuya karıştırdığınızı düşünün. debi uğruna berraklık feda edilir mi. yağmurun yağmasını bekleyemeyecek kadar ne acelemiz olabilir. ve birkaç soru da siz sorun. içinizden. yaza da bilirsiniz fakat umarım benden daha imlalı. yoksa okumam. hatır gönül için okusam bile kötülerim. en baştan söyleyeyim.

hazır ayrımlar yapmaya başlamışken ve bana göre en kolay yazım şekli bir şeyi beşe filan bölmekten geçiyorken. bir ayrım daha yapayım. sabrınıza saygı duyuyorum ve tam da burada bunu belirtme ihtiyacı hissediyorum. şahane bir insan ya da bu manyak daha ne kadar saçmalamış olabilir diye merak duyan birisiniz. ya da başladığı her işi bitiren son derece ilkeli bir karakter timsali. her şey olabilir. ihtimal çok. tane tane tespit yapmak zor. teker teker daha kolay. bunu yazmıştım. dikkatli olanlar zaten anlamıştır. neyse. yazılan şeyleri ikiye ayırıyorum ben. başkaları okusun diye yazılanlar. ki bunlara sesleniş diyorum. bir de son derece popüler bir pasajda da belirtildiği üzere yazmasam deli olacaktım yazıları. bunlara da haykırış diyorum. seslenmek güzel. kolay. basit. ve en önemlisi de yıpratıcı değil. mesela bu yazının tamamı sesleniş. başkası okusun diye yazılmış bir şey. başkaca bir amacı yok. vakit geçiyor hem. çayımı bitirdim otobüs bekliyorum. ve bu esnada yazım işine devam ediyorum. attığım her adımı da anlatabilirim ancak şu anda gerek duymuyorum. ve evet. haykırmak insanı çok yıpratıyor. daha da kötüsü. kendince haykırdığın zaman başkası gelip bu haykırışta kusur bulma cür'eti gösteriyor. bir odada tek başınıza ağlıyorsunuz. karanlık. küçük bir oda. birisi kapıyı tıklatıp diyor ki. usulüne uygun ağlamıyorsun. ya da öteki geliyor çok sessiz ağlıyorsun biraz daha sesli ağla. şimdi bunlara ne denir. sadece. ki bu da çok nadir. sen anlamazsın. başka söze gerek yok. gelip de haykırış türü yazılara bik bik yorum yapanlara ayar oluyorum. demek ki hiç haykırmamış diyorum. haykıramamış. üzülüyorum. üzmeyin beni.