önce yaşayıp sonra yazmak daha mümkün gözükse de siz hiç daha önce yazdığınız bir şeyi sonradan yaşadınız mı. ben yaşadım. noktası noktasına. virgülsüz.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki özlemişim.
Tahminimin ötesinde bir şiddetle özlemişim. Ancak tuşlara elimin değdiği anda
hissedebildiğim bir çeşit özlem bu. Daha öncesinde farkında değildim. Nasıl
olabilirdim ki zaten. Bir duyguyu tekrar yaşamadan ne kadar özlediğini nasıl
bilebilir insan. Nasıl olur da iki tarafın bulunmadığı bir durumda
karşılaştırma yapabilir. İşte şimdi. Tekrardan dokunabildim tuşlara. Nihayet.
Şimdi burada. Şehrin kuzeyinde bir kenar
mahallede. Paramın giderek azaldığı şu günlerde. bundan da beteri olamaz
diyebileceğim bir odadayım. Üç katlı bir evin çatı katında. Odam. Küçük ve
köhne olanından. Sen de olmasan ne yapardım ben bu yağmurun terk etmediği
şehirde. Yatağım ve masam dışında bir de sandalye sığdırmışlar buraya. Ortada
bir yerlerde oda ile pek de ilişkisi olmayan bir halı boylu boyunca serilmiş.
Uçları yer yer yanmış. Kenarlarında yırtıklar var. Ayakkabının sadece uyumak
için çıkarıldığı bir ortamda varlığını sorgular şekilde duruyor öylece. Şu an
üzerinde bulunduğum sandalye ile yatağın arasını kapatacak şekilde
konumlandırılmış. Neyse biz önümüze bakalım. Masayı pencerenin önüne koymuşlar
ki güneş ışığından faydalanarak bir şeyler karalayalım. Ama nafile. Dün birkaç
saat boyunca cebimde kalan bozukluklardan bir tanesi ile camdaki kiri kazımaya
çalıştım. Şimdi ancak güneş biraz sızabiliyor içeriye. Sanırım bir haftaya
kalmaz yeterince ışık girecek kadar temizlemiş olurum. Yağmur yağmadığında
açarım belki de kim bilir. Tabii öyle bir gün olursa bu şehirde. Dedemden kalma
çakım ile masanın köşesini kazıyarak bir küllük yaptım kendime. Sekiz on
izmarit ile dolsa da şu an için bulabildiğim en iyi imkân bu. Küllüğü de
yaptıktan sonra masada ancak daktilomu koyacak kadar yer kalıyor. Biraz
zorlarsam bir bardak da sığdırabilirim belki ancak şu sıralar kahve bile lüks
benim adıma. Zaten dökülmesin diye dikkat etmek zorunda kalacağımdan ne
yazdıklarıma odaklanabilirim ne de kahvenin tadını alabilirim. Kahve demişken
uyanalı dört saat oldu ve ağzıma bir lokma bile koymadım daha. Sigara içmek
bazen beslenmeye olan ihtiyacı unutturuyor. Pencere kenarında kalmış bir parça
ekmeğe de takılmaya başladı gözlerim.
Bir an önce odadan çıkıp bir şeyler yemem lazım galiba. Özlemimi giderecek kadar
yazamadım henüz ama önceliklerimiz var işte. İhtiyaçlar sıralaması dostlarım.
Üzgünüm. Ne zaman döneceğimi bilmemekle beraber gidiyorum.
Geldim tekrar. Ne yedin diye merak
edenleriniz olacaktır elbet. Sahi ne kadar da meraklıyız. Bize ne sanki
olanlardan. Bilmesek ne kaybımız olur. Kimin ne yaptığından. Madem meraklıyız
bu kadar. Kimin ne hissettiğine neden duyarsız kalabiliyoruz bu denli. Hiç
çekinme. Dürüst ol işte. Hiçe saydığın duyguları sırala şimdi. Sahi nasıl
sıralayabilirsin ki. Hiçe sayılan şeylerin listesi tutulmaz. Geçmişe bakıp da unutamadığım
birini gördüğümde. Hiçe saymış olmayı dilerim. Hava karardı iyice buralarda.
Işığım yetersiz. Pek seçemiyorum detayları artık. Ve odam böyle daha güzel.
Ayrıntılar her zaman can sıkıcı aslında. Birisini ne kadar ayrıntılı seversen
işte o kadar da detaylı hatırlarsın. Bunu unutma. Yüzeysel yaşa her şeyi. Ya da
sonu olan her şeyi diyelim. Sonsuz bir şey bulursan da haber ver beraber
yaşayalım. En azından bir parça da ben tadayım sonsuzluktan. Geçici olanlar
daha fazla seviliyor deme şimdi. Sonsuzluğu tadan birini getirin bana. Anlatsın
da görelim.
Tamam ne yediğimden bahsediyorum şimdi.
Daha da fazla merak ettiniz değil mi. Genelde de böyle olur zaten. Kafana
takılan şey öğrenemediğin süre ile doğru orantılı olarak büyür gözünde. Bir tost için sizi bu kadar bekletmek
istemezdim ama sade bir tost yedim. İki bardak da Belçika birası içtim. Son
elliğimi bozdurdum bunları tadabilmek adına. Ama bunlardan daha önemli bir
şeyden bahsedeceğim. Evden çıktığımda hangi yöne gideceğimi düşündüm bir süre. bu
iç karartıcı şehrin sokakları birbirinin aynı. Uzaktan gördüğüm bir siluete
doğru yürümeyi tercih ettim. Uzaktan bile mutsuz gözüken bir gölgeydi sadece.
Gölgelerin de ruhları var. Olmalı yani. Birbirinden ayırt edilebilmeli. Ben
insanların önce gölgelerine bakmayı tercih ederim. Gölgeler saklayamaz.
Gerçektir gölgeler. Bunları düşünerek yaklaştım. Otuzlarında gözüken bir
hanımefendi çıktı karşıma. Yaklaştıkça daha da fazla hüzün kapladı gölgesini.
Yüzünü görebiliyordum artık. Fazla iddialı bir makyajı vardı. Elmacık
kemiklerini bütünüyle ortaya çıkarmaya çalışmış ama pek de başarılı olamamıştı.
Dudağını bordo bir ruj kullanarak kalınlaştırmayı da başarmıştı. Çekici olmak
ister gibi bir hali vardı. Ama gözlerinde açık bir hissizlik hâkimdi. Boş
bakıyordu. Sadece ileriye doğru. Bir beklentisi olmadan bakmak gibi bir şeydi.
Beni fark edene kadar izledim bu hissizliği. Nadir rastlanır bana göre. Hiçbir
şey barındırmayan bir bakışa. Beni görür görmez toparlandı. Gülümsemeye başladı
hemen. Gözlerine bakıyordum sadece. Bakışlarına bir şeyler katmak için
uğraşıyordu. Şehvet belki de bilmiyorum. Onu arzulamamı ister gibi bakmaya
gayret ediyordu. Ama içten olmayan bir bakışı anlayacak kadar göz göze geldim
ben insanlarla. İçinden gelmeyen. İş
olsun diye bir bakıştı bu. Hiç âdetim olmamasına rağmen selam verdim.
Sıcakkanlı bir şekilde karşılık verdi. Öyle pek fazla düşünmeden. Refleks
olmuştu belki de güleç bir tavırla insanların selamına karşılık vermek. Nasıl
olduğunu sorduğumda buna biraz şaşırmışa benziyordu. Ama yine hızlıca iyiyim
diyerek geçiştirmek istedi. Bense ısrar ettim. Gerçekten nasılsın. Merak ediyorum doğrusu. Nasılsın sorusuna
verilebilecek onlarca cevap varken. Neden insanlar sadece iyiyim diyerek
karşılık vermeyi seçer. Ne demek istiyorsun tam olarak. Anlatmak istediğim şu.
Nasılsın diye sormak samimiyetsiz mi geliyor sana. Neden gerçekten nasıl
olduğunu söylemiyorsun. Gerçekten iyi olmadığımı nereden çıkarıyorsun şimdi.
Gölgenden. Gölgemden mi. Bir gölgeden nasıl anlayabilirsin ki bunu. Söylüyorum işte
iyiyim. Daha fazlasına neden gerek duyuyorsun.
Önemsiyorum. Beni mi. Hayır. Seni önemsemiyorum. Nasılsın sorusuna
verilen cevaplar ile ilgileniyorum daha çok. Öyleyse git başkasına sor. Beni
diğerlerinden ayıran ne var. Seninle karşılaştım işte burada. Bu rastlantı
ayırıyor seni diğer insanlardan. Şimdi bu beni farklı mı yapıyor. Evet farklı
yapıyor ama önemli olduğun anlamı da çıkmıyor bundan. Ne yapmaya çalıştığını
anlamıyorum. Sadece nasıl olduğunu öğrenmek istiyorum. İstemezsen cevap vermek
zorunda değilsin ama iyi olmadığını da görebiliyorum. Tabii gölgemden değil mi.
Evet. Gölgeler yalan söylemez. Bunu daha önce kimse söylemedi mi sana. Hayır
daha önce hiç kimseyle gölgeler hakkında konuşmadım ben. Gölge işte. Bu kadar
üzerine düşünülecek bir tarafı yok. Aslında bir noktaya kadar hak veriyorum
sana. Gölgeye sıra gelene kadar düşünülecek çok şey var. Aç mısın bu arada.
Sanırım bir şeyler yiyebilirim. Ben de bir şeyler yemek için çıkmıştım evden.
Yeniyim buralarda. Bildiğin güzel bir yer var mı bir şeyler yemek için.
Bildiğim bir yer var ama güzel olduğunu söyleyemem. İstersen gidebiliriz
birlikte. Tabii neden olmasın. Ama acele edelim çok açım. Tamam yakın zaten
gideceğimiz yer. Acele etme bu kadar yak bir sigara ve adımlayalım.
Yavaşça yürümeye başladık sonra. Rüzgarın
kendine has sesini dinledim yol boyunca. Gerçekten de güzel gözükmeyen bir yere
geldik sonunda. İçeri girerken hafifçe bana bakıp gülümsüyordu. Neden gülümsüyorsun. Buraya daha önce
kimseyle gelmedim ben. Neden gelmedin ki. Daha önce hiç kimse gerçekten nasıl
olduğumu merak etmedi. Sana öyle gelmiş olmasın. İnsanlar çok meraklıdır
aslında. Hayır ciddiyim. İyi olduğumu duymak ile yetindi tamamı. Ama insanların
meraklı oldukları konusuna katılıyorum. Katıldığımız ne çok nokta var aslında.
Peki hep katılmakla yetinir misin. Boş ver şimdi bunları da ne yemek istediğine
karar ver. Boş veremem ki ben. Nasıl yani. Önemsiyorum işte. Neyi önemsiyorsun.
Nedenleri. Ne kazandıracak sana bu nedenler. Belirli bir kazanç elde etme amacı
gütmüyorum. Ne iş yaparsın sen. Ne önemi var ki şimdi bunun. Önemli mi olması
gerekir. Gereklilikler fazla göreceli değil mi. Soru sormadan duramaz mısın
sen. Sorular sorarak ilerliyorum sadece. Tamam öyle olsun. Hadi karar ver ne
yiyeceksen. Sen ne yiyeceksin. Tost. Tamam. Ben de aynısından istiyorum.
Siparişlerimiz gelene kadar mekâna baktım
sakince. Pek kendimi zorlamadım ayrıntıları yakalamak için ki zaten ben fark
edemem ayrıntıları. Onlar gelir benim gözüme takılır. Bir yerlerden çıkar
gelirler. Göze çarpan şeyler ile de pek ilgilenmem zaten. Sıradan olmalı.
Kıymetli şeyler. İnsanın gelip de gözüne sokulan her ne varsa. Orada bir
güvensizlik vardır. Sanki onu gözüne sokmazlarsa hiç fark edilemeyecekmiş gibi.
Sanki dışarıdan bir yardım almadan var olamayacakmış gibi. İşte bunun için
sıradan şeyler daha çok güven verir bana. Mekân da tam da böyleydi işte.
İçeride göze çarpan ya da dikkat çekici tek bir şey bile yoktu ama güven
veriyordu bana. İyi hissediyordum kendimi girdiğim andan beri. Daha da önemlisi
rahat hissediyordum. Ait hissediyordum. Sıradan insanların geldiği. Sıradan bir
mekân işte. Masalar. Sandalyeler. Işıklar filan vardı. Gözünü kapattığında
aklına ilk gelen mekandan pek de bir farkı yoktu. Tam bunları kafamdan
geçirirken birden koluma dokunması ile irkildim. Sana sesleniyorum neden cevap
vermiyorsun. Kusura bakma bende biraz odaklanma problemi var da. Nasıl yani.
Yani düşünürken fazla odaklanıyorum. Duyamıyorum başka bir şey. İki işi aynı
anda yapamaz mısın sen. Hayır yapamam. Sen yapabilir misin. İşine göre değişir
aslında. Neyse. Nasıl buldun mekanı sen onu söyle. Daha önce gelmiş gibiyim
buraya.
Çoğu yer birbirinin aynı gelir bana. Daha
önce gitmediğim her yer aynıdır aslında.