9 Aralık 2018 Pazar

inclusiveness

üçe bölünebilme kuralını bilmediğimden bana göre her şey üçe bölünebilir. üçe bölünebilme kuralının varlığını bilmeme vesile olan bütün emeklere saygı duymakla beraber. tatmin olmayan kapsayıcılığını da anlayamıyorum. üçü bilsen yediyi sorarlar. onu da öğrensen on biri. madem ki sürekli olarak bilmediğimiz şeyler sorulacak. neden öğrenelim. bildiklerimizi artırmıyoruz. bilmediklerimizi azaltıyoruz. aradaki fark ne derseniz de. ki neden demeyesiniz. bu ancak. bilinenlerin artması suretiyle anlaşılabilir. bilinmeyenlerin azaltılmasıyla değil. ve madem ki arada fark var. yani öğrenmek var. öğrenmek var. neden seçtiğimiz şeyleri öğrenmek yerine bilmemiz gerekliliği sekiz on kişilik kurullarca belirlenmiş şeyleri öğrenelim. çünkü onların da belirleme ölçütü yine kendi öğrendikleri ile sınırlı. ya da sanılandan daha fena. lisede mesela. şu şuna şu kadar ceviz vermiş. sonra da şu kadar ceviz kalmış. gibi soruları çözmüyordum. çünkü ceviz sevmiyordum. sonra her şeyi sevmemeye başladım. çünkü her şeyi soruyorlardı. ve sevmemek çözmekten kolaydı. genel olarak her şeye ilgisiz gibiyim. çünkü ilgili olmak az da olsa sorumlu olmak demek. sorumlu olmaktansa. sorunlu gözükmeyi seçtim. asgari ücret ve sigortalı bir işim olsa diyorum. hem her akşam çekirdek alacak param olur. hem de asgari kelimesinin anlamını yaşayarak öğrenirim. sigorta da hastalanınca ucuza ilaç almaya yarıyormuş. ancak ben hiç ilaç kullanmadım. hemen sonra sigorta ve ilaçlar hakkında düşünmekten vazgeçiyorum. çünkü. iyi düşünemiyorum. çünkü iyinin ne olduğu konusunda tatmin edici bir cevaba ulaşamadım. ve çünkü. sürekli çünkü demek zorunda kalacak kadar az kelime biliyorum. sınırlı sayıda kelime ile. ancak sınırlı sayıda şey düşünülebilir diye. düşünüyorum. bu nedenle. yeni kelimeler öğrenmek yerine. sınırlı sayıda konu hakkında düşünmeye karar verdim. tabii sınırlı sayıda konuyu da belirli sınırlar içerisinde düşünebiliyorum. mesela sigorta. ucuz ilaç. bitti. gitti. sadece bedava olsa daha iyi olmaz mıydı diye içten geçebilir. ancak. iyinin ne olduğu konusundaki tereddüt gün yüzüne çıkar. şimdi ne gerek var. kendi seçtiğim hayatı kendi seçimlerim doğrultusunda yaşayabildiğim için mutlu oluyorum bazen. ama bazen de kaliteli seçimler yapamadığım için üzülüyorum. bu iki bazenden arta kalan zamanlarda. bazenin ne kadar da kapsayıcı bir zarf olduğunu düşünüyorum. sanılanın aksine. bizler de düşünüyoruz. ama sadece istediğimiz şeyleri. düşünmek zorunda bırakıldığımız şeyleri düşünmediğimiz için başarısız sayıldık. arka sıralara oturtulduk. liselerden atıldık. çünkü başarısız diye adlandırıldık. hatta ''bu kafa'' ile başarılı olma şansımızın olmadığı da ısrarla söylendi bize. mütemadiyen. başarı neydi ki. halen düşünüyoruz.

14 Haziran 2018 Perşembe

temadi


önce yaşayıp sonra yazmak daha mümkün gözükse de siz hiç daha önce yazdığınız bir şeyi sonradan yaşadınız mı. ben yaşadım. noktası noktasına. virgülsüz. 

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki özlemişim. Tahminimin ötesinde bir şiddetle özlemişim. Ancak tuşlara elimin değdiği anda hissedebildiğim bir çeşit özlem bu. Daha öncesinde farkında değildim. Nasıl olabilirdim ki zaten. Bir duyguyu tekrar yaşamadan ne kadar özlediğini nasıl bilebilir insan. Nasıl olur da iki tarafın bulunmadığı bir durumda karşılaştırma yapabilir. İşte şimdi. Tekrardan dokunabildim tuşlara. Nihayet.

Şimdi burada. Şehrin kuzeyinde bir kenar mahallede. Paramın giderek azaldığı şu günlerde. bundan da beteri olamaz diyebileceğim bir odadayım. Üç katlı bir evin çatı katında. Odam. Küçük ve köhne olanından. Sen de olmasan ne yapardım ben bu yağmurun terk etmediği şehirde. Yatağım ve masam dışında bir de sandalye sığdırmışlar buraya. Ortada bir yerlerde oda ile pek de ilişkisi olmayan bir halı boylu boyunca serilmiş. Uçları yer yer yanmış. Kenarlarında yırtıklar var. Ayakkabının sadece uyumak için çıkarıldığı bir ortamda varlığını sorgular şekilde duruyor öylece. Şu an üzerinde bulunduğum sandalye ile yatağın arasını kapatacak şekilde konumlandırılmış. Neyse biz önümüze bakalım. Masayı pencerenin önüne koymuşlar ki güneş ışığından faydalanarak bir şeyler karalayalım. Ama nafile. Dün birkaç saat boyunca cebimde kalan bozukluklardan bir tanesi ile camdaki kiri kazımaya çalıştım. Şimdi ancak güneş biraz sızabiliyor içeriye. Sanırım bir haftaya kalmaz yeterince ışık girecek kadar temizlemiş olurum. Yağmur yağmadığında açarım belki de kim bilir. Tabii öyle bir gün olursa bu şehirde. Dedemden kalma çakım ile masanın köşesini kazıyarak bir küllük yaptım kendime. Sekiz on izmarit ile dolsa da şu an için bulabildiğim en iyi imkân bu. Küllüğü de yaptıktan sonra masada ancak daktilomu koyacak kadar yer kalıyor. Biraz zorlarsam bir bardak da sığdırabilirim belki ancak şu sıralar kahve bile lüks benim adıma. Zaten dökülmesin diye dikkat etmek zorunda kalacağımdan ne yazdıklarıma odaklanabilirim ne de kahvenin tadını alabilirim. Kahve demişken uyanalı dört saat oldu ve ağzıma bir lokma bile koymadım daha. Sigara içmek bazen beslenmeye olan ihtiyacı unutturuyor. Pencere kenarında kalmış bir parça ekmeğe de takılmaya  başladı gözlerim. Bir an önce odadan çıkıp bir şeyler yemem lazım galiba. Özlemimi giderecek kadar yazamadım henüz ama önceliklerimiz var işte. İhtiyaçlar sıralaması dostlarım. Üzgünüm. Ne zaman döneceğimi bilmemekle beraber gidiyorum.

Geldim tekrar. Ne yedin diye merak edenleriniz olacaktır elbet. Sahi ne kadar da meraklıyız. Bize ne sanki olanlardan. Bilmesek ne kaybımız olur. Kimin ne yaptığından. Madem meraklıyız bu kadar. Kimin ne hissettiğine neden duyarsız kalabiliyoruz bu denli. Hiç çekinme. Dürüst ol işte. Hiçe saydığın duyguları sırala şimdi. Sahi nasıl sıralayabilirsin ki. Hiçe sayılan şeylerin listesi tutulmaz. Geçmişe bakıp da unutamadığım birini gördüğümde. Hiçe saymış olmayı dilerim. Hava karardı iyice buralarda. Işığım yetersiz. Pek seçemiyorum detayları artık. Ve odam böyle daha güzel. Ayrıntılar her zaman can sıkıcı aslında. Birisini ne kadar ayrıntılı seversen işte o kadar da detaylı hatırlarsın. Bunu unutma. Yüzeysel yaşa her şeyi. Ya da sonu olan her şeyi diyelim. Sonsuz bir şey bulursan da haber ver beraber yaşayalım. En azından bir parça da ben tadayım sonsuzluktan. Geçici olanlar daha fazla seviliyor deme şimdi. Sonsuzluğu tadan birini getirin bana. Anlatsın da görelim.

Tamam ne yediğimden bahsediyorum şimdi. Daha da fazla merak ettiniz değil mi. Genelde de böyle olur zaten. Kafana takılan şey öğrenemediğin süre ile doğru orantılı olarak büyür gözünde.   Bir tost için sizi bu kadar bekletmek istemezdim ama sade bir tost yedim. İki bardak da Belçika birası içtim. Son elliğimi bozdurdum bunları tadabilmek adına. Ama bunlardan daha önemli bir şeyden bahsedeceğim. Evden çıktığımda hangi yöne gideceğimi düşündüm bir süre. bu iç karartıcı şehrin sokakları birbirinin aynı. Uzaktan gördüğüm bir siluete doğru yürümeyi tercih ettim. Uzaktan bile mutsuz gözüken bir gölgeydi sadece. Gölgelerin de ruhları var. Olmalı yani. Birbirinden ayırt edilebilmeli. Ben insanların önce gölgelerine bakmayı tercih ederim. Gölgeler saklayamaz. Gerçektir gölgeler. Bunları düşünerek yaklaştım. Otuzlarında gözüken bir hanımefendi çıktı karşıma. Yaklaştıkça daha da fazla hüzün kapladı gölgesini. Yüzünü görebiliyordum artık. Fazla iddialı bir makyajı vardı. Elmacık kemiklerini bütünüyle ortaya çıkarmaya çalışmış ama pek de başarılı olamamıştı. Dudağını bordo bir ruj kullanarak kalınlaştırmayı da başarmıştı. Çekici olmak ister gibi bir hali vardı. Ama gözlerinde açık bir hissizlik hâkimdi. Boş bakıyordu. Sadece ileriye doğru. Bir beklentisi olmadan bakmak gibi bir şeydi. Beni fark edene kadar izledim bu hissizliği. Nadir rastlanır bana göre. Hiçbir şey barındırmayan bir bakışa. Beni görür görmez toparlandı. Gülümsemeye başladı hemen. Gözlerine bakıyordum sadece. Bakışlarına bir şeyler katmak için uğraşıyordu. Şehvet belki de bilmiyorum. Onu arzulamamı ister gibi bakmaya gayret ediyordu. Ama içten olmayan bir bakışı anlayacak kadar göz göze geldim ben insanlarla. İçinden gelmeyen. İş  olsun diye bir bakıştı bu. Hiç âdetim olmamasına rağmen selam verdim. Sıcakkanlı bir şekilde karşılık verdi. Öyle pek fazla düşünmeden. Refleks olmuştu belki de güleç bir tavırla insanların selamına karşılık vermek. Nasıl olduğunu sorduğumda buna biraz şaşırmışa benziyordu. Ama yine hızlıca iyiyim diyerek geçiştirmek istedi. Bense ısrar ettim. Gerçekten nasılsın.  Merak ediyorum doğrusu. Nasılsın sorusuna verilebilecek onlarca cevap varken. Neden insanlar sadece iyiyim diyerek karşılık vermeyi seçer. Ne demek istiyorsun tam olarak. Anlatmak istediğim şu. Nasılsın diye sormak samimiyetsiz mi geliyor sana. Neden gerçekten nasıl olduğunu söylemiyorsun. Gerçekten iyi olmadığımı nereden çıkarıyorsun şimdi. Gölgenden. Gölgemden mi. Bir gölgeden nasıl anlayabilirsin ki bunu. Söylüyorum işte iyiyim. Daha fazlasına neden gerek duyuyorsun.  Önemsiyorum. Beni mi. Hayır. Seni önemsemiyorum. Nasılsın sorusuna verilen cevaplar ile ilgileniyorum daha çok. Öyleyse git başkasına sor. Beni diğerlerinden ayıran ne var. Seninle karşılaştım işte burada. Bu rastlantı ayırıyor seni diğer insanlardan. Şimdi bu beni farklı mı yapıyor. Evet farklı yapıyor ama önemli olduğun anlamı da çıkmıyor bundan. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum. Sadece nasıl olduğunu öğrenmek istiyorum. İstemezsen cevap vermek zorunda değilsin ama iyi olmadığını da görebiliyorum. Tabii gölgemden değil mi. Evet. Gölgeler yalan söylemez. Bunu daha önce kimse söylemedi mi sana. Hayır daha önce hiç kimseyle gölgeler hakkında konuşmadım ben. Gölge işte. Bu kadar üzerine düşünülecek bir tarafı yok. Aslında bir noktaya kadar hak veriyorum sana. Gölgeye sıra gelene kadar düşünülecek çok şey var. Aç mısın bu arada. Sanırım bir şeyler yiyebilirim. Ben de bir şeyler yemek için çıkmıştım evden. Yeniyim buralarda. Bildiğin güzel bir yer var mı bir şeyler yemek için. Bildiğim bir yer var ama güzel olduğunu söyleyemem. İstersen gidebiliriz birlikte. Tabii neden olmasın. Ama acele edelim çok açım. Tamam yakın zaten gideceğimiz yer. Acele etme bu kadar yak bir sigara ve adımlayalım.


Yavaşça yürümeye başladık sonra. Rüzgarın kendine has sesini dinledim yol boyunca. Gerçekten de güzel gözükmeyen bir yere geldik sonunda. İçeri girerken hafifçe bana bakıp gülümsüyordu.  Neden gülümsüyorsun. Buraya daha önce kimseyle gelmedim ben. Neden gelmedin ki. Daha önce hiç kimse gerçekten nasıl olduğumu merak etmedi. Sana öyle gelmiş olmasın. İnsanlar çok meraklıdır aslında. Hayır ciddiyim. İyi olduğumu duymak ile yetindi tamamı. Ama insanların meraklı oldukları konusuna katılıyorum. Katıldığımız ne çok nokta var aslında. Peki hep katılmakla yetinir misin. Boş ver şimdi bunları da ne yemek istediğine karar ver. Boş veremem ki ben. Nasıl yani. Önemsiyorum işte. Neyi önemsiyorsun. Nedenleri. Ne kazandıracak sana bu nedenler. Belirli bir kazanç elde etme amacı gütmüyorum. Ne iş yaparsın sen. Ne önemi var ki şimdi bunun. Önemli mi olması gerekir. Gereklilikler fazla göreceli değil mi. Soru sormadan duramaz mısın sen. Sorular sorarak ilerliyorum sadece. Tamam öyle olsun. Hadi karar ver ne yiyeceksen. Sen ne yiyeceksin. Tost. Tamam. Ben de aynısından istiyorum.


Siparişlerimiz gelene kadar mekâna baktım sakince. Pek kendimi zorlamadım ayrıntıları yakalamak için ki zaten ben fark edemem ayrıntıları. Onlar gelir benim gözüme takılır. Bir yerlerden çıkar gelirler. Göze çarpan şeyler ile de pek ilgilenmem zaten. Sıradan olmalı. Kıymetli şeyler. İnsanın gelip de gözüne sokulan her ne varsa. Orada bir güvensizlik vardır. Sanki onu gözüne sokmazlarsa hiç fark edilemeyecekmiş gibi. Sanki dışarıdan bir yardım almadan var olamayacakmış gibi. İşte bunun için sıradan şeyler daha çok güven verir bana. Mekân da tam da böyleydi işte. İçeride göze çarpan ya da dikkat çekici tek bir şey bile yoktu ama güven veriyordu bana. İyi hissediyordum kendimi girdiğim andan beri. Daha da önemlisi rahat hissediyordum. Ait hissediyordum. Sıradan insanların geldiği. Sıradan bir mekân işte. Masalar. Sandalyeler. Işıklar filan vardı. Gözünü kapattığında aklına ilk gelen mekandan pek de bir farkı yoktu. Tam bunları kafamdan geçirirken birden koluma dokunması ile irkildim. Sana sesleniyorum neden cevap vermiyorsun. Kusura bakma bende biraz odaklanma problemi var da. Nasıl yani. Yani düşünürken fazla odaklanıyorum. Duyamıyorum başka bir şey. İki işi aynı anda yapamaz mısın sen. Hayır yapamam. Sen yapabilir misin. İşine göre değişir aslında. Neyse. Nasıl buldun mekanı sen onu söyle. Daha önce gelmiş gibiyim buraya.


Çoğu yer birbirinin aynı gelir bana. Daha önce gitmediğim her yer aynıdır aslında.

10 Haziran 2018 Pazar

sel

gökyüzünü davet et soframıza
ve kuşlar hatırlasın adını
tırnak aralarına kazınsın neşemiz
ve bütün tırnak makasları işlevsiz
kalsın, hadi
bir dikişte içelim
sek olsun
çok az tebessüm belki
yadigar olacak radyodan hoş seda
nefesin
nefesin işte
bütün bir bahardan daha taze
ve bütün bir kıştan daha ürpertici
söylemiş miydim sahi
içim
içim titriyor işte
kahverengi sığınaklarda sakladığım
dünyanın en gizli riyakarlığıyla
ben
ben mi kimim
elindeki sigara
küllükteki izmariti yakar
sonrasında kesif bir koku yayılır ya
o odadaki perdeyi takan adam
benim





5 Haziran 2018 Salı

precise

pencereyi sağıma aldım artık. dayanamadım karşımda aydınlığın oluşuna. hiçbir olumluluğa katlanamıyorum. ellerim o kadar yavaş hareket ediyor ki. bir bardak suyu on dakikada içebiliyorum. sokağa çıkarsam. ki bu aralar çok nadiren gerçekleşen bir şeye dönüştü bu eylem. sokağa çıkarsam. nereye gittiğimi umursamadan bir süre gidiyorum. yemek kokuları aldığımda kafamı kaldırıp. en yakın yere girerek bir şeyler atıştırıyorum. o kadar umurumda değil ki artık neyin ne olduğu. o kadar umursamaz bir halim var ki geçici olan şeylere karşı. hayatı da geçici olmakla yargılayıp. umursamıyorum. ileriye dönük yaşamaktan bıktım. geçmişin acısını şu an yaşamaktan da bıktım. halihazırda peydah olan hiçbir şeyin farkına varamıyor oluşumdan da bıktım. öyle bir form haline geldim ki. ne geçmişe takılıp kalabiliyorum. ne şu anı yaşayabiliyorum. ne de gelecek ile ilgili bir ilerleme kaydedebiliyorum. o kadar bıktım ki her şeyden. ben gülmekten bıktım. daha da ötesi sevmekten bıktım. yirmili yaşların ortasında daha. sevmekten bezdim. sevdiğim şeyleri aşırı seviyorum. bütün ruhumu veriyorum. kalmıyorum geriye. ben severken yaşayamıyorum.

herkes aşırı seviyor belki de. bilemiyorum. ben şu sıralar gerçekten kendi derdimleyim. var olan her şey o kadar anlamsız gözüküyor ki gözüme. kütüphanede aniden masa lambasını elime alıp ne işi var lan bunun burada diye bağırmak istiyorum. ne gerek var lambaya. zaten her yer ışıl ışıl. güneşi mi anlamsız kılmaya çalışıyorlar. bilmiyorum. ki bilmek de istemiyorum. amaçlara ulaşmaya çalışmaktan da bıktım. sadece bir fincan çayımı alıp güzel müzikler ile yetinebilmek. ne güzel olurdu aslında ki yine de bir iki satır eşlik etmeli güzel diyebileceğim her şeye. 

bazen cümleler duyarız. okuruz. aklımızdan geçer. yazarız. sonra da deriz ki bunlar ancak duyulabilecek şeyler. okunabilir en fazla. en olmadı aklından geçer. bir köşeye yazarsın. ama garip olanı o cümlenin öznesi olmak. içerisindeki alelade bir nesne olmak. hatta cümledeki öznenin elindeki nesne ile geçerken uğradığı herhangi dolaylı bir tümleç olmak. ki bu garip sahiden. hikayelerin misafiriyiz. sahip olamayacağımız şeyler arasına adını yazdırmaktan öteye gidemez. gün doğumları gibi. her sabah. belirli saatte uyanıp karşılama telaşına düşersin. hatta bazen sabrın kafi gelmez. geceden hiç uyumazsın. herhangi anını kaçırmamak için o aydınlanmanın. seni konuk eder eşsiz güzelliğine gün doğumu. orada istediğini görür. istediğini hisseder. istediğini duyabilirsin. ve bu arada. gün doğumları da geçicidir. bunların hepsini iki arada ve bir derede yapmak durumundasın. önceden yaptığın bütün hazırlık. bütün ertelemelerin. kar etmez o süreçte. yaşayabildiğin her şeyi sunmaktan öteye gitmez. aslında insan bir yerde tüketiciden ziyade üretici. özellikle hayat denilen geçici dönemi anlamlandırmak konusunda. tüketilen şeyler belki kimlik katar kişiye. ama asla seni sen yapmaz. beni de ben yapmaz. fakat. çoğu zaman tüketmeden üretmek mümkün değil. ki hatta zamanın da tüketilebilir bir şey olduğu hesaba katıldığında. ufacık bir nefes için dahi bir şeyler tüketmeli insan. ne şekilde isimlendirilmiş olursa olsun. kaçınılmaz geçici süreçler. o zaman zarfını hiç ettiğinde geriye kalan üretim kadar anlam kazanabilir. 

ne kadar sevinçli kırgınlıklar yaşıyoruz. ve ne kadar normal iyiliklerde teselli bulabiliyoruz aslında. toz şeker kullanan biri için çayın tam da istediği kıvamda olması. bazen teselli verebilir kişiye. günün sonunda evine geldiğinde. suyu ısıtmaya yarayan gereci çalıştırdıktan sonra montunu asarsın. o arada sigaranı sarar. bardağına bir sallama çay atarsın. su tam ısındığında montunu çıkarıp sigaranı sarmış olmak. hatta bardaktaki çayın bile hazır olması. sana bugün de hiç zaman kaybetmedim hissi verir. üstüne bir de çayına attığın şeker seni rahatsız etmeyecek seviyede ise. aniden hayat ne güzel hissi bile verebilir. iyi hissetmek hem aşırı kolay. hem de imkansız. ki saf bir duyguya sahip olmanın imkansızlığı göz önüne alındığında. belki de işimize gelen duygulara yoğunlaşıyor. diğerlerini de görmezden gelebiliyoruz. kişi kendini ikna edemediği sürece. iyi halde olma isteğine. ne iyidir hissedilen. ne de aslında gerçektir iyi olan. 

ertelenen her şey daha az yaşanıyor demek bir yerde. ve hayatı ertelemek. daha az yaşamak demek. neden daha çok yaşayalım. daha çok hayatta kalmayı matah bir şey sanan insanların arasında. neden uzatalım geçiciliğini doğasından alan süreçleri. neden daha fazla beyaz saç sayalım. neden düşünmekten kaçınalım. bu denli uzun zamanlar boyunca. 

3 Haziran 2018 Pazar

hangup


bazen sırf merak ettiğim için yazıyorum. bittiğinde bu yazma işi. bunları da nereden çıkardım acaba diye şaşıyorum. en ufak bir fikrim bile yokken ve fikir sahibi olmak sanılandan daha zor iken. elime geçen ilk kalem kağıdı kullanma ihtiyacı hissediyorum. refleks ya da alışkanlık denilebilir. kimisi bulmaca çözer mesela vakit geçirmek adına. ben de yazıyorum. artık ne denk gelirse. başlayabilecek bir iki kelime bulabilirsem yeterli. gerisi geliyor. gerisi artık. kendiliğinden diziliyor yan yana. alt alta. hoşlarına gidecek bir düzen oluşturabilmeleri için serbest bırakıyorum. hem akıldan geçenleri. hem de dünyaya kendilerini duyurabilmelerini sağlayan kelimeleri. sigara içiyorum diyelim. yedi dakika sürecek bu eyleme bir yazı iliştiriyorum. edebi bir kaygı gütmeden. imla bilmeden. içten geçen üç beş kelime sıralıyorum. ya da kelimeler kendini sıralıyor. ortak bir karar da alıyor olabiliriz. birimizden birinin sözü daha geçerli olacak diye bir kural yok. herhangi bir kural da yok. ben böyle yazıyorum. bu şekilde yazmayı seviyorum. ancak bu şekilde okumayı sevmiyorum. okuduğum her şey nizami olmak zorunda. yoksa kırarım kalbini. yazanın. kendime kıyamadığımdan belki de. yazdıklarımı hiç okumam. aralara bir iki nokta serpiştirilmiş kısa süreli saçmalamalar olduğunu biliyorum. insan ne yaptığını bilmeli. bilmediği işi de yapmamalı. en azından. yaptığını iddia etmemeli. bir şeyler olmalı. ve bu olanlar isimlendirme eyleminden tenzih edilmeli. ayrı tutulmalı. bırakalım bir şeyler de isimsiz kalsın. ölmeyiz bence. ecele tekabül etmediği sürece.

yazdıklarımın bir yerinde okuyanlardan özür dilemeyi de ihmal etmem. hatta bu özür işini görev kabul ederim. sonuçta benim saçmalıklarıma katlanmak adına vakit harcıyorlar. ki vaktin telafisi yok. harcadın mı bitti. gitti. ikamesi mümkün değil. buraya kadar katlananlara önce teşekkür ederim. sonra da özür dilerim. bundan sonra da çok önemli şeyler yazmayacağım. vaktini kaybetmek istemeyenleri ikaz edeyim.

çay içiyordum ve bitti. son yudumlar hakkında bir şeyler yazma niyetindeyim. belki bir yerden sonra aklıma başka bir şey gelir ve başkaca yollara saparım. kelimeler sıvılaşır. bulunduğu kabın şeklini alır. hatta süblimleşir. dağılır gider. bilemem. ki biliyorum diyen de yalan söyler.

yudum dediğime de bakmayın. ben işin daha çok tadım tarafındayım. son tadımlar hakkında bir şeyler yazacağım sanırım. zandan öteye gidemeyen girizgahlarıma bir yenisini ekleme telaşına kapılmış da olabilirim. ihtimal çok. bunların hepsini tane tane tespit etmek oldukça zor. bakın teker teker olsaydı daha kolay olurdu. çünkü tane tanelik içerisinde bir miktar titizliği de barındırıyor. ancak teker teker daha ziyade nicelik üzerine kurulu bir ayrıştırma. bana göre ve aklın kabul edeceği ölçülerde. nitelik ve nicelik bir arada bulunmalı. en azından biri uğruna diğeri hiçe sayılmamalı. mesela kalabalık olalım da ne olursa olsun dememek lazım. son derece temiz ancak incecik akan bir akarsuyun debisini artırmak adına pis suları akarsuya karıştırdığınızı düşünün. debi uğruna berraklık feda edilir mi. yağmurun yağmasını bekleyemeyecek kadar ne acelemiz olabilir. ve birkaç soru da siz sorun. içinizden. yaza da bilirsiniz fakat umarım benden daha imlalı. yoksa okumam. hatır gönül için okusam bile kötülerim. en baştan söyleyeyim.

hazır ayrımlar yapmaya başlamışken ve bana göre en kolay yazım şekli bir şeyi beşe filan bölmekten geçiyorken. bir ayrım daha yapayım. sabrınıza saygı duyuyorum ve tam da burada bunu belirtme ihtiyacı hissediyorum. şahane bir insan ya da bu manyak daha ne kadar saçmalamış olabilir diye merak duyan birisiniz. ya da başladığı her işi bitiren son derece ilkeli bir karakter timsali. her şey olabilir. ihtimal çok. tane tane tespit yapmak zor. teker teker daha kolay. bunu yazmıştım. dikkatli olanlar zaten anlamıştır. neyse. yazılan şeyleri ikiye ayırıyorum ben. başkaları okusun diye yazılanlar. ki bunlara sesleniş diyorum. bir de son derece popüler bir pasajda da belirtildiği üzere yazmasam deli olacaktım yazıları. bunlara da haykırış diyorum. seslenmek güzel. kolay. basit. ve en önemlisi de yıpratıcı değil. mesela bu yazının tamamı sesleniş. başkası okusun diye yazılmış bir şey. başkaca bir amacı yok. vakit geçiyor hem. çayımı bitirdim otobüs bekliyorum. ve bu esnada yazım işine devam ediyorum. attığım her adımı da anlatabilirim ancak şu anda gerek duymuyorum. ve evet. haykırmak insanı çok yıpratıyor. daha da kötüsü. kendince haykırdığın zaman başkası gelip bu haykırışta kusur bulma cür'eti gösteriyor. bir odada tek başınıza ağlıyorsunuz. karanlık. küçük bir oda. birisi kapıyı tıklatıp diyor ki. usulüne uygun ağlamıyorsun. ya da öteki geliyor çok sessiz ağlıyorsun biraz daha sesli ağla. şimdi bunlara ne denir. sadece. ki bu da çok nadir. sen anlamazsın. başka söze gerek yok. gelip de haykırış türü yazılara bik bik yorum yapanlara ayar oluyorum. demek ki hiç haykırmamış diyorum. haykıramamış. üzülüyorum. üzmeyin beni.


29 Mayıs 2018 Salı

the dream of speechlessness


anadolu çocuğuyuz biz. hiçbir zaman üzerimizden atamayacağımız şeyler var. ne gibi. toprağa tutkun olmak gibi. tütün gibi. yazları hasat telaşında. kışları çay ocaklarında. yazları tarlaların bağrında. sonsuz gökyüzü altında. kışları sıkış tepiş. üç metre karelik mekanlarda. hikayeler dinleyerek büyüdük hep. ama hep. dinledik. dinlemesini bildik. büyüklerimizi. biz giderek daha iyi dinleyiciler olduk. büyüklerimiz hep. ama hep anlattı. giderek daha iyi anlatıcılar oldular. yazları pancar yolarken. kışları tütün sararken. anlattılar. dinledik. rahmetli dedem. hep atatürkü anlatırdı. askerde görmüş. ki ne görme. dört sene sürmüş. askerliği. bir tek gün bile izin kullanmamış. ben burada ne yapıyorum da dememiş. vatan borcun bitmiştir demişler. onu da ikiletmemiş. dönmüş gelmiş toprağının başına. askerden geldiği gün bir ağaç dikmiş. kapının tam önüne. vişne. ben o ağaçta reçellik vişne toplarken. bana atatürkü anlatırdı hep. ve eskiler önemli günlerde ağaç dikermiş. babamın doğduğu gün de dikmişler. kayısı ağacı. hayatımda daha lezzetli bir meyve yemedim ben. rahmetli amcam doğduğunda da dikmişler. bir ceviz. amcamı defnettikten sonra. eve döndük. dedem bana dedi ki. hazındamından baltamı getir tosunum. gözlerimiz ıslakken daha. çünkü bizim ailemiz bilmezdi cenazenin ne olduğunu. gittim getirdim baltayı. aldı dedem. ki ne adamdı. heybetliydi rahmetli. kasketsiz dolaşmazdı. ve sürekli bağdaş kurup. somyanın kendine ait köşesinde tütün sarardı. neşeliydi. ama gülmezdi. sevecendi. ama hiç kimseyi öpmezdi. şalvarının cebinde her zaman bir şeyleri olurdu torunları için. ki şekerin, şeker olduğu zamanlar. ki hatta nenemden iki tas bulgur alıp. şekerle takas ettiğimiz zamanlar. değişik adamdı. sinirliydi. ama nazikti. kadına el kalkmaması gerektiğini. daha altı yaşımda beni döve döve belletmişti. kız torunlarını daha çok severdi. bunu da gizlemezdi. hatta kızdan olma torunlarını daha da çok. kadına değer verirdi. okuma bilmezdi. notlarını osmanlıca tutardı. nenemin sözünden çıkamadığından. nenem ne dese not alırdı. işte cenaze dönüşünde dedem. o cevizi kesti. saatlerce. kiminde isyanla vurdu baltayı ağaca. kiminde dualar okudu. kiminde oğlum dedi ağladı. yeter artık dur diyenler oldu. siz nereden bileceksiniz dedi. daha da sinirle vurdu ağaca. güçlü adamdı. yoruldu. durdu biraz. bir tütün sardı. sonra devam etti vurmaya. acısı geçene kadar değil de acısının o şekilde geçmeyeceğini fark edene kadar vurdu. attı baltayı elinden. taşa çarptı balta. siz hiç cenaze evinde taşa çarpan balta sesi duydunuz mu. ben duydum. acıyı ikiye bölen. bütün o feryat figanı çat diye kesen bir ses. herkes durdu. dedeme baktı. ben baltaya baktım ama. dedeme baksam. belki de yeniden ağlama başlardım. herkes durdu orada. dedeme baktı. ben de dedeme bakan herkese baktım. kimse ne yapacağını bilmiyordu. acının yaşanma şekli. başkasından ya da tecrübe edilerek öğrenilebilecek bir şey değildi. yoksa. herkes neden dedeme bakıyordu. ne görme arzusuyla. beklentisiyle. acısını ceviz ağacından çıkarmaya çalışan birine bakıyor olabilirlerdi. anadoluda. az konuşulur. çok ağlanır. ve bakılır. sevinen birine. üzülen birine. ölene. gülene. kaçana. ya da herhangi bir faaliyette bulunana. bakılır. yaşanılan şeye ortaklık göz teması ile sağlanmaya çalışılır. ne vakit köye gitsem. yaşlıların elinden tutar. gözüne bakarım. ve yaşlıların gözleri. hiç baktınız mı. renkleri bulanık. tanık olmaktan. ifade etme gayretinden. ortak olma tutkusundan. sonra dedeme ben de baktım. anadolunun bir parçası olarak gerekeni yaptım. acı çeken birine baktım öylece. kendimi onun yerine koymaya çalıştım. başaramadım. çünkü. halen saçma geliyor. başkasının yerine geçmeye çalışmak. ama omuzları düşmüştü dedemin. yeleğinin cebinden saatini çıkardı. baktı. besmele çekti. gel dedi tosunum bir su tut hele. abdest aldı. sakin adımlarla camiye gitti. peşinden gidenler oldu. arkasından bakanlar oldu. ben koştum. dedeme yetiştim. elinden tuttum. üzülme dedim. benim babam hayatta. çünkü aşırı çocuktum.

bu acının üzerine kurulu benim çocukluğum. neden çünkü. o gün orada. dedeme bakan insanlar. bana sonsuz şey öğretti. ve camiye giderken dedemle konuştuklarımız. dedemin ses tonuyla. yirmi yıldır kulağımda yankılanan cümleler. bu hayattan göçtüğünde işte. ağaçtan başkaca şeyler de kalabilmeli geriye. seninle özdeşleşmiş. belki de dedem. ağaca değil de çok daha başka şeylere sinirliydi. ama onların ne olduğunu söyleyemeyecek kadar anadolu insanıydı. insanların eğitim almasına takıntılıydı. bütün torunlarını tek tek karşısına alır. okulla ilgili her şeyi sorardı. eğitime meraklıydı. ve içinde ukdeydi. okuyamadığı her vakit efkarlanırdı. çok keşkem yok ama şu cehalet hepsine bedel derdi. hatta daha ben yokken. mahallede birisi okumak istesin yeter. tutarmış kolundan. en uzak memleketlere götürür. okula kaydettirir. gelirmiş. işin garibi. o okuttuğu çocuklar ile ne zaman karşılaşsam. öncelikle gerçekten onun torunu musun derler. sonra da sarılıp ağlarlar. bu kadar sarılacak ve ağlayacak ne olduğunu da pek tabii. dedem hiçbir zaman anlatmadı bize. çocuk sever. kadına kıymet verir. eğitimi hayati görür. ve sürekli atatürkü anlatırdı. cumhuriyet derdi. ne güzel şey. ne zaman beni görse. çağırır. ilkeleri saydırırdı. büyüdükçe. anlamlarını sormaya başladı. hatta üniversitedeyken. gelip benimle tartışırdı. bizim eve gelirdi. okumuş adamın ayağına gelirim ben işte böyle der. bizi yerin dibine sokardı. ciddiydi.

ben anadolu çocuğuyum. büyüdüm. geliştim. muhtemelen de anadoluda öleceğim. muhtemelen. anadoluda ölümler göreceğim. cenazeler olacak. belki ağaçlar dikip. bir sela ile beraber keseceğim. bunların hiçbirini ben seçmedim. gözlerim tanık olmaya zorlandı. kısaca bunlar benim gerçekliğim. içinden çıkamayacağım bir çukur. ya da bana sunulan bir cennet bahçesi. ne olursa olsun. ben atatürkü dinledim. dedemi gördüm. cumhuriyet sayesinde okudum. eğitim aldım. inanılmaz gururluyum. bir o kadar da balta arıyorum.



25 Mayıs 2018 Cuma

kati


yaşarken neden yaşadığını sorguluyor isen. var olduğunu fark ettiğinde neden var olduğunu da sorgulaman gerek. yürüyorsun mesela. neden yürüdüğünü bir sorman gerek kendine. en azından şöyle bir aklından geçmeli. beş n bir k olmasa bile en azından bir adet neden barındırmalı insan bünyede. ve bu neden arada sırada kullanılmalı. mütemadiyen. bir şeyin nedenini sormadan önce de fark etmek gerek. yoksa neyin nedenini sorduğunu bilemezsin. yanlış nedenlere ulaşırsın. yanılırsın. nedenini bildiğin konusunda. misal ben neden bu kadar neden yazıyorum. bunu bir ara sormalıyım. yine kendime. başkası buna cevap veremez. çünkü kişiyi anlamaya en yakın olan kişi yine kendisidir. ve bu en yakın o kadar da yakın değil. aklınızdan bir mesafe tutun şimdi. işte ondan kesinlikle daha uzak. bu arada ben istanbul ile chicago arasını tutmuştum. iyi ki gökyüzüne baktığım bir anıma denk gelmedi. yoksa daha neler neler.


öyle kolay olmasa da başardın diyelim. şu fark etme işini. diyelim ki vardın farkına. ciddi ciddi. ben yaşıyorum ve bunun farkındayım diyebildin. ve tut ki bir de neden barındırıyor olasın cebinde. ya da taşıyorsun diyelim. fazla da zahmete girme. öyle barındırmak filan. işte bu cebinde taşıdığın yahut zahmete girerek bünyende barındırma işine el attığın nedeni kullanmak için sıradaki basamak. ikna. bu çok kritik. hem yaşadığın hem de yaşadığının farkında olduğun konusunda kendini ayrı ayrı ikna etmen gerek. sadece yaşadığımın farkında olduğuma ikna etsem kendimi diye de düşünme hiç. ben denedim olmuyor. aynı şey değil. ki olamaz da zaten. düzenli aralıklarla tekrar ettiğinizde siz de aynı şey değilmiş gerçekten diyecekseniz. inanıyorum. ikna işimiz de tamam ise. bu bir yerlerdeki nedeni kullanmak için son ve en zor iş kalıyor geriye. önce yaptığımız, sonra fark ettiğimiz ve nihayetinde ayrı ayrı bunların olduğuna kendimizi ikna ettiğimiz şeyler ile neden arasından kendimizi çekmek. en zor kısmı gerçekten de bu. insan kendini engel gibi görmez. hadi engel olduğunu fark etti diyelim. kendini engel olduğu konusunda ikna edemez. kritik noktayı geçemez. eşiği aşamaz. geçenler ve aşanlar için örnekler vermek isterdim. ancak örnek göstermeme kararı aldım. nedenini açıklamak da malumunuz üzere çok uzun sürecek. neyse. sistemi kısaca tekrarlamış olayım. yaşa. farkına var. yaşadığına ve yaşadığının farkında olduğuna ayrı ayrı kendini ikna et. aradan çekil. var ol. fark et. var oluşun ve var olduğunu fark ettiğin konusunda kendini ikna et. aradan çekil. yürü. farkına var. ayrı ayrı. ikna et. aradan çekil. giderek lisede ezberlenen formüllere dahi dönüştürülebilir. fakat burada birkaç farklı değişken var. birincisi olan şey. ikincisi kendiniz. x. fark et. ayrı ayrı ikna et. kendini aradan çek. ben ancak bu kadar kısaltmış oldum. fark ettim. ikna ettim. aradan çekildim. tamam tamam.


bunların hepsini yazmamın da nedenleri var. daha önce sordum kendime. birincisi benim için pratik oluyor. daha hızlı yazabiliyorum gün geçtikçe. ve umuyorum ki ileride bir işime yarar bu hızlı yazabilme işi. ikincisi boş vaktim çok. ben de bu işe bulaştım işte. içkim kumarım yok ama yazım var benim de. ileride bir yerlerde. medeniyetin doğduğu yerde. medeni kanunlardan birinde. kısıtlama sebepleri arasına bu yazma işi de eklenmeli bence. üçüncüsü. bir şeyler anlatmayı severim. oldum olası bu böyle. boş derslerde fıkra anlattırılan çocuk bendim işte. alıştık gitti. sonra yoruldum. çenem ağrıdı. ses tonum kalınlaştı. ben bile dayanamaz oldum kendimi dinlemeye. yazmaya karar verdim. belki yüz temel fıkra yazarım. yine ileride. dördüncüsü. iletişim kurmayı sevmem. haberleşmeyi  severim. ölmediğimi herkes bilsin ama direkt muhatap da olmayalım. bu tam da bana göre. beşincisi. bütün hayatım başkalarının hayatını izleyerek geçti. bana sorsalar. yaşadım diyemem. izledim derim. hüznü de izledim ben. mutluluğu da. kederi de izledim ben. sevinci de. yaşadım diyemem. izledim derim. yazdıklarımda. kendi hayatımdan en ufak bir şey yok. olmasını çok isterdim. başkalarının hayatlarını başkalarına anlatmak için yazmayı kim neylesin. altıncısı. ölümün tadı nasıl çok merak ediyorum. kendim bunu bir kez yaşayacak olsam da yine kendimce çözümler üretmeye çalışarak daha önceden tadabilme yolları arıyorum. bu kısım az da olsa diğerleri ile bağlantılı olacak sanırım. hepsi olmasa da bir kısmı. az birazı. izliyorum. anlatıyorum. sonra da öldürüyorum. tadına bakıyorum. bir daktilo sipariş ettim. geldiğinde bütün yazdıklarımı daktilom ile kağıda döküp. günün birinde yakacağım. edebi bir intihara kalkışacağım. modern sızlanmalarımın eşiğini test edeceğim. ruhumu hapsettiğim zindanları gömeceğim. küllerini de saklarım belki. yine ileride. günün birinde. yedincisi. sekizincisi. kendini aradan çektiğinde. nedenlerin sonu gelmeyecek. göreceksin.