14 Nisan 2019 Pazar

yol

geçenlerde. temmuzun sonunu sevmiyorum diye yakınıyordum yine. birisi dedi ki. temmuz ne. ben de düşündüm. temmuzun ne olduğunu. temmuzda temmuzun ne olduğunu. temmuzda temmuzun ne olduğunu bilmeyen insanların olduğunu. sonra sıkıldım temmuzlu şeylerden. yeni bir doktrin geliştireyim dedim. beş dakika denedim. olmadı. beş dakikada gelişmeyen doktrinden hayır mı gelir dedim. temmuza geri döndüm. sonra geri dönmek ağır geldi. vazgeçtiğim bir konuya. tekrardan. geri dönmek işte. ne bileyim. ikinin ruhtaki tezahürü gibi. 

neyse ki fransızca kursundan bir arkadaşım aradı. dışarı çıktık. fransızcamı geliştireceğim sözde. bir iki arkadaşın arkadaşı daha geldi. fransızca öğrenen iki kişiye karşı. fransızca bilen üç. toplamda beş kişiydik. merhaba. nasılsın. yaş. iş. memleket derken. bizim fransızca bitti. ve sohbet her zaman olduğu gibi fransanın ne kadar muhteşem bir ülke olduğuna geldi. bordocular ile parisçiler köşelerine çekildi. fransızca tam bir konuşarak anlaşamama dili olduğunu bir kez daha gösterdi. 

ortak dil olarak sessizliği seçtiğimizde vakit çok geçti. ve ben halen. sessizce. temmuz sonlarından yakınıyordum. bireysel yakarışlar işte. diğerlerine nazaran daha etkili gibi. müdahale edilme ihtimalinin olmayışı. yakınan kişiye sınırsız bir alan sunuyor. istediğin ölçekte mantıksız bulabiliyorsun herhangi şeyi. sürahinin dizaynı. tarihsel süreçte geçirdiği evrim. kulpsuz şeylerin sürahileşmesi filan. bunlar hakkında sabaha kadar yakınılabilir. içten içe ama. diğer taraftan. sabaha kadarın inceden bir abartı zarfı şeklinde kullanılması dahi. herhangi yakarışın konusu olabilir. olmaya da bilir tabii. tercih meselesi. 

normalin aşırı göreceliliğinden de dertliyim aslında. lakin. hem normali. hem aşırılılığı. hem de göreceliliği açıklayıp. derdin nasıl da melen bir şey olduğundan bahsetmek filan. şimdi ne gerek var. daha anlaşılabilir. daha önemli. daha genel. daha faydalı dertler yokmuş gibi hem de. normalin izafiyeti ile uğraşmak. biraz boş adam işi gibi. yapılan işlerin. bir nebze de olsa yapanı yansıtması. rezil bir teselli olsun. ben de bu seferlik kabul etmiş olayım. 

bu aralar yine. çok önemli hayaller kuruyorum. içinde insan olmayan hayaller. daha önemli gözüküyor bir şekilde. hem de daha güvenli. insanlı hayaller. fazla tahmin edilemezlik barındırıyor içerisinde. bilinmezlikle mücadeleye bir miktar ara vermeye karar verir gibiyim. ya da. daha bilinebilir şeyler ile uğraşma hevesi içerisindeyim. bilinmezlik ile ilgili hayallerimin dahi kesinleşememesi. durumu son derece net açıklar gibi. bir taraftan da. üzerinde durulması gereken. ancak gerekliliğe feda edilecek onca zamanın olmayışı gibi de. 

sonunu bilmediğim bir yolda yürümek istiyorum mesela. çünkü. sonunu bilmediğin bir yolda yürümeye başladığında. yolun sonunu sen belirleyebiliyorsun. ben de belirleyebiliyorum. o da belirleyebilir bence. diğer zamirler de yapabilir bunu. ama sonu belirli yolların sonunu. yolun sahibi belirler. peki. sonu belirli olmayan yollar sahipsiz olanlar mı. elbette değil. her yolun bir sahibi var. ama sahibini tanımadığın bir yola çıkarsan. mülkiyeti olmasa da zilyetliği senin olabilir işte. mutlak haklardan sıkılmış zihinlere. biraz nispi hak iyi gelebilir. bir yolluğuna da olsa. bir yürüyüşlüğüne de olsa. tek bir sonluğuna da olsa. bazen. karayollarındaki fosforsuz levha sıklığında bir bazen. sonları belirlemek için yeteri kadar motivasyon kalmaz. korkudan. yorgunluktan. tedirginlikten. umursamazlıktan. bilmem neden. işte tam da o noktada. yolun sahibi ile tanışmak isteyebilir insan. ancak. ya yolun sahibi sizinle tanışmak istemezse. yola başlarken içinizi rahatlatan o sonsuzluk. aniden başınıza gelen en büyük felakete dönüşebilir. ferahlığın felakete dönüşme hızı işte. sanılandan daha kısa süre. 


2 Mart 2019 Cumartesi

gün

gün sabaha yakın. günlerden işte. sabaha karşı. ancak aydınlanabilecek ortalık. birazdan bir tren sesi çalınır kulaklara. sonra nüfuz eder bünyeye. zihinde zuhur eder hatta. insanlar çalışıyor olmalı şeklinde. yoksa. aydınlığı kovalarcasına hareket eden trenler. neden. 

gün dediysek. öyle dilimlenmiş zamandan bahsetmiyoruz. güneşin hareketleri filan. gezegenlerin attığı voltalar. bunlar olmamalı ki günü gün yapan ya da bir şekilde anlamlı kılan. daha bilmem ne şeyler arıyoruz. zamandan bile daha bilmem ne şeyler. hatta. bütün tarihe saygısızlık ederek. bilimi de hiçe sayıyoruz. mısırlılardan bize ne ki. eğer. uyanmakta zorlanıyorsak. hatta ve hatta. hayat ne ki. sayabildiğin kadar dün. hissedebildiğin kadar gün. ve hayal edebildiğin kadar yarın. bunlar filan da önemli değil şimdi. iki ciğerimin tam ortası ağrıyor. hem de nasıl. her nefeste bile değil. daha da. sanki bütün sinir hücreleri miyelin çekmiş üzerlerine. depolarizasyondan öleceğim. belki de aradığımız o bilmem ne şeyler. sinapsların herhangi bir köşesinde. yani. bir nefesten daha kısa sürelik periyotlar ile acı çekmek. günü gün yapan şey olabilir. dünü hatırlatan. o saçma hayallere güç veren. sahiden de. hayaller acıdan beslenir. altına da önemli birinin imzası şeklinde saçma sapan bir sosyal medya paylaşımı tam da burada göz önüne gelebilir. ayrıca gün üzerine düşünmeyi gereksiz bulduğum lise zamanlarında. bana aşırı nazik şekilde biyoloji öğretmeye çalışan ayşegül hanımefendi. sinir hücresini çizdiğiniz şekliyle hatırlıyorum. ne vakit bir yerim ağrısa. gözümün önüne gelir. o dentrit. akson filan. teşekkür ederiz. ziyadesiyle. ancak halen. daha güzel bir şekle sahip olduğunu düşünüyorum. içten içe. neyse.

gün kabul ediyor mu şimdi. kendine atfedilen isimleri. sınırları. sıfatları. zarfları. artık bu atfetme işi nereye kadar uzanırsa. neler bahşedilebilirse. karşılıklılık esasına da dayanabilir. yine de günden beklentisi olan insan. ya da çevredeki herhangi şey. hatta. aşırı uzakta. temasın ne olduğunu bilmeyenler. bekliyorsa bir şey. günden. bu biraz vahim. biraz elim. biraz da naçiz bir durum. bu üçünün aynı anda vuku bulduğu haller için ben gün beklemek diyorum. hamile olsaydım. hamile birini tanısaydım. askere gitseydim. askere giden birini tanısaydım. belki de bambaşka bir şeye bürünecekti gün beklemek. ancak. şimdilik. üç durumun aynı anda. aynı yerde. ve aynı ölçekte toplanması olayı. yani iki birim naçiz iken bir şey. üç birim elim. bir birim de vahimse. o zaten elim yoğunluğundan. elimdir. gereksiz açıklamalar filan. kısacası. gün kabul etmese de. gülünç de bulsa. ne bileyim. sinirlense mesela. oralı olmasa. ne yapacağını bilmese dahi. bir takım yüklemelerin dahil olduğu bir gün beklemekteyim. 

gün aydınlandı. ancak tren halen geçmedi. birazdan gürültüye bezenmekten öteye gidemeyecek gün. insanların çalışmadığı bir tane olmalı. yoksa geçerdi. çünkü son dört karanlığın tam da aydınlığa ulaştığı zamanda tren geçmişti. her zaman olan şeyler olmadığında. ya da her zaman olmayan şeyler olduğunda. bunun farkına varmak aşırı kolay. o kadar kolay ki işte. on yıllarca takip ettiğiniz patikanın bambaşka yere çıkmasını fark etmek gibi. aslında. her zaman olan şeylerin olmaması ile. her zaman olmayan şeylerin olması. birbirinin aynısı. bunun farkına varmak ise. hem her zaman olan bir şeyin olmaması. hem de hiç olmayan bir şeyin oluvermesi. bu durum. kişiyi ister istemez. olumsuzluk eklerine karşı bir güvensizlik haline itse. dahası bu güvensizlik hali temelini bu eklerin gereksizliğinden alsa. bile. herhangi şeyin gereksizliğini. onu kullanmadan izah etmek bir nebze zor olacaksa. kendimizi neden yoralım. yine de istese. mesela dese ki. bundan sonra olumsuzluk eki kullanma. yazarken de değil. hayatın her aşamasında. kullanmam. sahiden. aklından bile geçirme dese. aklımı da teslim ederim. ne yapayım. 

bazı günlerde. ben bile diyorum ki kendi kendime. yani şimdi ne demek istedim. ya da bunu bu şekilde ifade etmek zorunda mıyım. maalesef. genelde müspet sonuçlara ulaşıyorum. maalesef. kendimi anlatabilmenin başka şeklini bilmiyorum. evimin az ötesinden geçen treni işin içine katmadan günü ikiye ayıramıyorum. belirli ayrımlara tabii tutulmuş gün olmadan. bir takım hislerden bahsedemiyorum. bahsi açılan hisler sayesinde de ne demek istediğimin anlaşılacağını umuyorum. böylece gün bekliyorum. üç keskin olmayan hissi anlık da olsa eşit hizadan görüyorum. tam da bu sırada. hiç olmayan şeyler oluyor. hem de hep olan şeyler olmuyor. ki bu da iç içe geçmiş eşlilik. iki boyutluluk. üç boyutlu bir hayattan geriye kalan tek bir yapayalnız boyutun. iki ciğerin tam ortasındaki sesini duyuyorum.

24 Şubat 2019 Pazar

san

gel 
ikimize de yer var aslında
sekadan körfeze bakalım
martıları umursamayalım birlikte
iste, o bankta yaşlanalım
ikimize de yer var aslında
bir sigara daha yakalım
hatıramda kalan o masada
beyaz bir kağıdı beyaz kalemlerle boyayalım
ikimize de yer var aslında
rengarenk bir şemsiyeyi paylaşalım
adını bilemeyeceğimiz bir sokakta
acelesi olmayan bir yağmura yakalandığımızda
ne zaman yaz gelecek diye hayıflanalım
ikimize de yer var aslında
mesafelere rağmen aynı şehirde yaşayalım
gerekirse bütün umutlarımızı harcayalım
hatta bir rüzgar bulalım, ona sarılalım
ikimize de yer var aslında
kimi kimsesi olmayan bir ağacın altında
ya da kırık dökük bir çeşme başında 
belki kalabalıkların tam ortasında
sadece farkına varalım

18 Şubat 2019 Pazartesi

vaki

alışmak çok acayip bir şey. maruz bırakılan herhangi şeyi tam tersi istikamete çevirme kabiliyetine sahip. varlığına alışılan şeyin yavaşça ve sinsice yok olması gibi. ya da. yokluğuna alışılan şeyin yine son derece sinsi şekilde var olmaya yeltenmesi. yokluk nasıl var edilir diye bir şey sorsalar. ki soran da oluyor. mazinin. geleceğin. hayallerin. heveslerin. acıların. ya da daha somut şeylerin değil de fikrin meze edildiği sofralarda. alışın diyorum. yokluğa. böylelikle var olacak. daha görünür. daha hissedilebilir. ve hatta daha sevilebilir şekilde çıkacak karşınıza. inanmıyorsanız. inanmayın. şu ana kadar inandığınız şeyler yeter bence. inanmıyorsanız bana. inandıklarınızı gözden geçirin. daha sıkı sarılın inançlarınıza. bana inanmaktansa. kır papatyalarının cemre ile olan ilişkisini tekrar düşünün. emin olmasam da. daha faydalı olabilir. en azından papatyalara. 

köşe başlarının iki düzlemi birbirine bağlamaktan öte görevlerinin olması gibi. ya da işte. büfelere ev sahipliği yapmasının saçmalığındaki acımtırak tutsaklık gibi. baktığımız yere göre değişebilecek keyfiyetlerin sonsuz sahipleniciliği. üstelik. bir köşe başının mevcudiyeti uzaktan bakarak anlaşılmaz. herhangi köşenin başında bir süre nefes almak gerek. hatta. bir köşe başının çekilebilir onlarca fotoğrafı olabilir. ki fotoğrafı çekilemeyecek onlarca köşe başı da olabilir. mesele işte. bu ikisini aynı anda barındıran. tek bir köşe başı ile karşılaşabilmekte. zaten. marifet karşılaşmakta olsaydı. o kadar da marifet olmazdı. karşılaştıklarımızı fark edebildiğimiz. karşılaşmadıklarımızı da tasnif edebildiğimiz ölçüde varız. ve bu varlık öyle bir tane ki. alışmak suretiyle yok olmaktan çok artarak iki. üç. bilmem kaç varlığa yükselebilir. 

sevmek. kişinin kendisini nesneleştirmesinden başka bir şey değil. iradenin teslimiyeti. mahkumiyet. muhtaçlık. ve sahici bir mutlakiyet. öte yandan. kişi nesneye dönüştükçe. karşısına çıkanları özneleştirme gayretine giriyor. yoksa hayat da denilen cümle eksik kalır. kimin ne yaptığını belirlemek zorlaşır. işte bu da. özne olmakla alakası olmayan tümleçlerin. hak etmediği ögeler seviyesine çıkmasına olanak tanır. sonrası silgi arayışı. üst karalayış. kağıt buruşturuş. bir yığın mesnetsiz ve yarım yamalak cümlenin doğumu. bunca ifadesizliğin arasında. kaybolan özneler var. sıra gelmeyen nesneler. belirtilmekten rahatsız. belirsizlikten bezgin. kılcal sancıların bir sinir ucuna denk gelmesi. üst üste dizili kitapların. tozlanmaya başlaması. 

13 Şubat 2019 Çarşamba

saklı

bir süre uzaklarda yaşadım. kendime yakın olsam da. yaşamak istediğim yerlere hep uzaktaydım. istediklerim ile kendim arasına mesafe koymaya. sanırım daha on sekizimde başladım. sonunda. ben de başardım. yaşamak istediğim yerin tam ortasındayım. ulaşılan her istek gibi. her geçen gün daha da gereksiz gözükmeye başladı. yaşamak değil. yaşam alanları da değil. istemek. kesinlikle. isteklerin önemi uzaklığında saklı. yaklaştıkça. zihin aydınlanıyor sanki. daha net görebiliyorsun. aslında ile başlayan cümleler sarıyor etrafı. aslında. aslında demek bu kadar kolay olmamalı. ama insan işte. hikmeti kendinden bilip de. aslında demeden duramıyor yerinde. kendi aklına yapılan en büyük ihanet belki de. ortada bir hakikat varsa. ona tatmadan da ulaşabilmeli. yoksa. aklın aslı nerede kalıyor. aslında işte. aslını bilmediğimizden. ve bilemeyeceğimizden. her şey bir miktar da olsa. mümkün gözüküyor. öte yandan. aslını bildiğimizi sandığımızdan. bu olasılıkların tamamı. daha teşebbüs aşamasında. kendi kaderine terk ediliyor. 

bir süre işte. uzaklar dediysem. göreceli elbette. orası da uzak mı. ben nerelerde yaşadım denilebilecek seviyede. bir yerde yaşamaya karar vermeden önce. babamın evine ne sürede ulaşabileceğimi hesaplarım. belki de bundandır. asla ve asla yeterince uzaklaşamadım. hem bazı mevkilerden. hem de kendimden. keşke. dönüp dolaşıp da başladığımız yere dönmek diye bir şey hiç olmasa. sürekli ilerleyelim. dünya düz olsa. bittiği yerde. bıraksak. en azından. bir şeyi de neticelendirmiş olurduk. çok mu. az mı. ya da önemli mi. onu da bilemedim şimdi. 

belki de. uzak ile yakının arasındayım. yine de orada değilim. orası dediysem. bilmediğimden. yoksa neden bu kadar zamire muhtaç olayım. daha da genişletebilirsek. aslında. mesafeye dair bütün sıfatlar. zarflar. özünde zamir. belki de göreceliğinden aldığı kuvvetle. aniden zamire dönüşebiliyor. öte yandan. mesafede dediğin hissedilebilir olmalı. yoksa o da. diğer birçokları gibi. son derece anlamsız. hatta. yaklaştıkça uzaklaşmak diye bir şeyin varlığı. rahatsız edici olsa da. kaçınılamaz gibi de. insan. istediği şeye ya da yere. yahut kişiye yaklaştıkça. aslında. isteklerinden uzaklaşıyor. hareket etmenin içerisine gizli bu paradoksu yaşamanın ötesinde gidecek bir yerin olmayışı. ruhları uzayda sıkıştırmaya yetiyor. ne kadar da bunaltıcı. hareket etmek. zihinde derlenip. eyleme dökülse bile. bu böyle. 

8 Şubat 2019 Cuma

akşam

yine açık unutmuşum kapıyı. hafifçe iteledim. kedi gibi de beklemiş beni. açık unutmasana lan beni diyor içinden. evini ayırayım bırak da geri kalan dünyadan. takma bunları diyerek kapattım. bir ara istediğin kadar kapalı kalacaksın diye söz verdim hatta. yoksa küser. bilirim. nazlıdır kapım. neyse. daha da canımı sıkan bir şeyi fark etmem çok uzun sürmedi. açık dış ve balkon kapıları sayesinde ev havalanmış. yeterince sigara kokusu alamadım girdiğimde. kül tablasına yaklaşmak bile kar etmedi. hemen iki sigara yaktım tütsü niyetine. yüzüm gülmeye başladı. aniden. çantamı koymak için her zamankinden farklı bir yer aradım. bulamadım. evim küçük benim. gönlümüz geniş olsun o vakit. herkese ayırabileceğimiz farklı bir köşesi bulunan gönlü de kim neylesin. derken gülme miktarım azaldı. üçüncü bir sigara yaktım. çaresizliğin tütüne. kağıda. ateşe ve dumana bürünmüş haliydi adeta. karanlıkta. ne uğruna tükendiği belli olmayan üç sigara. ben. kim bilir kaç gün önceki konumuna dönmek durumunda kalan çantam. benden daha mutlu olduğuna emin olduğum kapım. öylece kaldık bir süre. ve sonra ışıklar yandı. dumanların varlığı anlam kazandı. keşke bu denli kolay olsa dedim. görünmek suretiyle anlam kazanmak. alelade bir ampul marifetiyle görünebilmek. ve tek bir hareketle. bunların hepsinin mümkün kılınabilmesi. 

üstümü çıkarmamaya karar verdim. yeteri kadar kirlenmedi sanki. modern zamanlarda nezakete yönelik beklentilerin samimiyetsizliği sardı etrafı. her yer makine gibi geldi. sesleri dinledim bir süre de. başka dinleyecek bir şey varmışçasına. seslerin dinlenildiğinden bahis açılması sürekli. daha da samimiyetsiz geldi. samimi bir şeyler aradım. bulamadım. yeteri kadar samimi değilim sanırım. 

buna bir ara devam edeyim diyorum içimden. ancak kendime bile.  ne kadar doğru söyleyebildiğim meçhul. insan. her halükarda aynı oranda yalan söylüyor. kendini kandırmak istemeyen kişi. kendisiyle az konuşmalı. başkalarını kandırmak istemeyen kişi. başkalarıyla. yalansız. dolansız. samimi bir hayat murat eden biri varsa. hiç konuşmamalı. herkesin aşırı konuştuğunu düşünürsek. herkesin ne kadar samimiyetsiz ve samimi olmakla ilgili son derece dertsiz olduğu apaçık. siyah işte. samimiyetsizliğin turnusolu olsa. her yer inanılmaz zifir. 

güzel şarkılar dinleyelim o vakit. kuşlar dans etsin göllerle. şenlensin ortalık. otoban kenarlarında çiçekler açsın. tabelalardaki fosfor miktarı artsın. kırmızı ışık süreleri azalsın. şehirler küçülsün mesela. iddialar azalsın. maden sularını açmak daha kolay olsun. bir kış gecesi. bir kompartmanda. uzunca bir yolda giderken mesela. hiç kimsenin üşümediğine emin olarak uyuyabilelim. sabah sabah yediğimiz simit boğazımızda düğümlenmesin. öğle yürüyüşlerimize akasyalar eşlik etsin. iğde kokuları da olsun hatta. 

ya da neyse. bir sigara daha yakalım. hem daha zararlı. hem daha ulaşılabilir. hem daha hissedilebilir. hem daha yakın. hem daha anlamsız. 




2 Şubat 2019 Cumartesi

zan

kalabalık olmayan zamanlarda sokağa çıkmaktan korkardım. sonra büyüdük. benimle birlikte on milyonlarca insanla birlikte. istediğimiz vakitlerde sokağa çıkabilir hale geldik. sonra çok sevdim. kalabalık olmayan zamanlarda sokağa çıkmayı. gecenin bir vakti. sabahın körü. kimsesiz karanlıkların kalabalıklaşmasını seyrettim. kimi zaman dahil de oldum. gün doğumları karşıladım. sakinliği günün telaşına uğurladım. daha az korkmaya başladım. çünkü korkuya yer kalmadı ruhumda. çok üzüldüm. çok sevindim. ve birtakım başka şeyler. bütün alanı kapladı. belki de tekrardan. kalabalık olmayan zamanlarda sokağa çıkmaktan korkmak istedim. başaramadım. 

dördü kırk geçe çıktım evden. doğuya doğru yürüdüm. yürüdüm. kendi imkanlarım ölçüsünde. güneşi daha erken görme isteğine engel olamadım. bazen karanlığa duyulan nefret. doğuya sürükler. daha da doğuya hatta. bütün ömür boyunca tek bir ışınlanma hakkı olsa. bir karanlıktan herhangi aydınlığa ulaşmak için feda etmeyi göze aldırabilecek kadar nefret. ve uzun süre sonra nefreti hissetmek. sevmemekte kalmalı her şey. en kötü ihtimalde. nefret dediğin karanlık. karanlığın yol açtığı nefret. hissetmemek. 

beş buçuğa doğru ortalığın yeterince aydınlandığına ikna oldum. en yakınımdaki kaldırım taşına oturdum. bir sigara sardım. aniden ışığa maruz kalan gözlerime dumanın şokunu da ekledim. bir miktar ağladım. en son ne zaman gözyaşları içerisinde bir günü karşıladım ki diyerek. bu durumu o kadar da umursamadım. kalktım yoluma devam ettim. 

beşi kırktan fazla geçerken. bir nehir kenarına medeniyetten sonra ulaştım. bir sandalyeye oturdum. bir sigara daha sardım. kibritimi çaktım. daha tütüne değmeden ateş. kalabalık olmayan zamanlarda sokağa çıkmaktan korktuğumu hatırladım. belli belirsiz gülümsedim. sigaramı yaktım. telefonumu aldım. nefret ettiğimi de o zaman anladım.

30 Ocak 2019 Çarşamba

kısmi

yirmi beşimdeyim. oysa on sekizimde kesmiştim parmaklarımı. daha yirmi ikimde yaktım ellerimi. geriye bileklerim kaldı bir miktar. kullanmak namına değil. görünsün diye. bilekleri var desinler. ama demezler. neden çünkü. olmayan ile ilgilenmeyi severler. parmaklarını kesmiş. elini yakmış derler de. bilekleri var demezler. on yıl oldu ruh dedikleri şey aklımdan vazgeçeli. on beşimdeydim. araları bozuldu. sonra biri ötekinden sıkıldı. ayrıldılar. birbirlerini çok kırmadan. son derece medeni bir bedene yakışanı yaptılar. dönüp arkasına bakan da olmadı. bir tarafta vazgeçmiş olmanın verdiği tütsülenmiş gurur. öte tarafta istenmemenin verebildiği her şey. ve her şeyin çok az şey olduğu gerçeği. tek bir defa olsun. bir araya gelmediler. sebebi bilinmeyen bir nefretin doğuşu. parmaklarıma sebep oldu. ellerimden etti. bileklerim kaldı. ama neden. 

gri bulutların yedi ceddinden öteyim. çok daha ötesinde olmakla alakalı değil. çok daha ötesinde olmaya çalışmakla alakalı bir nebze. gerçekleşmesi için uğraşmanın gerçekleşmesinden daha güzel olduğu şeyler işte. domates gibi. kırmızılığı ile alakalı değil. kızarmasını beklemekle alakalı. ekmek. sulamak. ve beklemek. her sabah baktığında biraz daha hayran olmakla alakalı. havanın açık olmamasının verdiği imkanlar ile alakalı. birçok şeyle alakalı aslında. belirsizliğinden gelen ilgili olabilme yetisi. ve tabii ki gri bulutların yedi ceddine söverim. bu tamamen yağmur ile alakalı. varlığı ile değil de. ya da yağması ile de değil. ıslatması ile alakalı. var olsun. yağsın. o toprak kokusu gelsin burnuma. biraz edebiyat gelsin aklıma. yağmura teşekkür edeyim. cesedime yağdığı için. parmaklarım yad edilsin. ellerimin mezarına su serpilsin. parmaklarımın bir mezarının bile olmaması. 

sonsuzluktan habersiz. bir duvara emanet edilmiş merdivenler peşindeyim. daha niyeti belli araçlara ulaşma hedefindeyim. daha ne dediği anlaşılır hedefler ile karşılaşma umudu içerisindeyim. kendi hedeflerimin dahi dilini çözememiş olmak. cehalet. bağışlanmış onca şeye karşı teşebbüs aşamasında kalmış en büyük ihanet. öte yandan henüz otuzdan beriyim. portakal çiçekleri koklayabilirim. zira otuz ikimde burnumla da yolları ayırmış olacağız. olduğu yerde duracak olsa da. bir iki sinir hücremden sıkılmaya başladım. hemen hepsi de birbirine son derece bağlantılı olduğundan. böyle bir yan etki beklemekteyim. yedi yılım olduğu için bir miktar mutlu. ve bir miktarın içerisinde de alabildiğine mutsuz. bazı duygulara saf haliyle sahip olmak mümkün değil. katıksız mutluluk olur mu. öfkeyle dolu olunur da. öfkeden başka bir şeye sahip olmamak. olmaz. muhakkak. biraz bir şeyler. nüfuz eder. iç içe geçmişliğin formüllerini düşünün. seslerin şiddeti ya da. duyamadığınız sesi yok saymak. kulağınıza geldiği halde. sırf üç kıçı kırık kemiği ki onların da kemik olduğu şaibeli. üç kıçı kırık kemiğimsiyi titretemediği için duyamadığınız sesler. sizinle. mutluluğun içindeki mutsuzluk gibi. deneyin. bir miktar kemik ekleyin. ellerinizi yakın. kokusuna bakın. parmaklarınızı kesin işte. kemiğin kendi sesine şahit olun. demirin hüküm sürüşü. muazzam.

yalan yok. uyanınca kaybetmekten çok. rüyamda görürsem diye korkuyorum. bütün korkuların sebebinin var olmak ile ilgili olduğunu düşünmeden edemiyorum. önce insanın var olması. sonra diğer insanların var olması. sonra bunların dünyanın suya yakın yerlerinde karşılaşmaları. tanışmalara. sevmeleri. kaybetmekten korkmaları. yalnızlıktan başka bir şey tatmamış iken daha. toplulukların var olması. bir anda yalnızlıktan korkmaya başlamaları. diğer varlıkları keşfetmeleri. keşfettikçe korkunun artması. içlerinden birinin ölmesi. bundan da korkmaları. iletişimin artması. ve bir miktar korku daha. bütün var oluş. korkusunu da içerisinde taşıyor. sadece ulaşabilene. belki de sadece korkmak isteyene. ya da korkma cesaretini gösterebilene. asıl mesele. korkmamakta değil. korkabilmekte.

28 Ocak 2019 Pazartesi

laf arası

çok canım sıkkın ve çok canım sıkkın olduğunda kafam çok bozuk oluyor. kafam çok bozuk olduğunda da ruhum daralıyor. ruhum daraldığında da yeni bir şeyler öğrenmek isterim ben. açtım biraz sosyolojik düşüncenin evreleri kitabımdan okudum işte. bunlar neticesinde. adamın biri bir kitap yazmış. sosyoloji ile alakalı ancak yine de en başa august comteyi koymamış. şaşırdım önce neden montesquieudan başladı diye ama kendine göre bir sebebi varmış yazar kardeşimizin. anlamsız tesadüflerden anlaşılır bir düzene geçişi simgeleyen sosyoloji biliminde iki ana akım vardır. sovyet akımı ve amerigan akımı. genel olarak sovyetler bilimlerinden çok toplumlarından hoşnuttur. ameriganlar ise toplumlarına göre bilimleri ile daha çok övünürler. buradan bu iki ana ayrımın ne üzerine temellendiği anlaşılabilir.

neyse işlerim var. kısaca montesquieu devleti üçe ayırmış. monarşi. cumhuriyet ve istibdat. cumhuriyetten kasıt devleti bir kişinin yönetmemesi. ancak bu halk olacak diye bir şart da yok. aristokrasiyi de cumhuriyetten sayar montesquieu abimiz. önemli olan tek bir kişinin olmaması. monarşi ise tek kişinin yönettiği devlettir ancak geçmişten gelen geleneksel bazı kurallar vardır. bu tek kişi bunlara uymak zorundadır. bu arada geçmişten gelen geleneksel tabiri azıcık anlatımı bozuk bir tabir oldu ama olsun. işte bu geleneksel ve uyulması gereken kurallar monarşi için olmaz ise olmazdır. belki teamül dersem daha akılda kalıcı olur. ancak tam da kapsayıcı olmaz. yine de olduğu kadarıyla idare edin. acelem var. son olarak da istibdat. bunda yine tek kişinin yönetimi vardır ancak bu defa geleneksel ve uyulması gereken kurallar yoktur. tam bir kafama göre olayıdır. 

ayrıca montesquieu demiş ki. cumhuriyette erdem, monarşide şeref, istibdatta ise korku vardır. ya da bunlardan temellenir. ancak buradaki erdem ve şeref oldukça öznel yargılardır. yine de siz iyi tarafından düşünmeye çalışın. cumhuriyetle yönetilen erdemli kişilik mi yoksa monarşiye tabii şerefli kişilik mi tartışmasını fakülte kantininde yaptığımız olmuştur. bence siz hiç denemeyin bir yere varılmıyor. işlerimi halledeyim az daha yazmak gibi bir niyetim var ama tam da emin olamıyorum. bu sebeple şimdilik hoşça kalın. bilimden ayrılmayın. 

bugün öğrendiğim bir şeyi daha aktarayım. sevdiceğim kelimesi sevdiğim ve seveceğim kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş. şöyle bir diliniz var işte. lütfen biraz sahip çıkın. inanın koruyup kollayıcı olmak sandığınız kadar zor ve sıkıcı değil. birbirinizi sevin. ruhlarınızı sevgi kurtaracak. geleceği de ruhlar.

27 Ocak 2019 Pazar

nedir yani

eğmesene lan başını diye bağırdı. kükredi hatta. ve hatta duyabilecek kulakların tamamı duydu bunu. çevredeki insanların iki katı kadar kulak işitti olanları. aynı sayıda gözün şahit olamadığı bir bağrışma yankılandı sokaklarda. eğmeyeceksin olum bu başını diye yineledi. aynı şeyi elli kere söyletme işte. dik dursana be adam. önce burnunu sildi. akabinde kafasını kaldırmasını bekledi herkes. kulaklar sana ne be adamı bekledi. sana ne oluyor sanki. istediğim şekilde devam ederim hayatıma. bunlar da beklendi. zihinlerde oluştu birkaç cümle. ancak her zaman olduğu gibi beklenen olmadı. iyice sildi burnunu. sadece içini de değil ayrıca. başın konumundan olsa gerek. burnunun ucuna gelen bir iki damlayı da çaktırmadan yok etti. aklınca. hıçkırıklarını biraz daha bastırma umuduyla derinden bir iç çekti. kafasını kaldırmadan. gözlerini dikti. ne dediği anlaşılmayan bakışlardan değildi ki bunlar. çaresizliğin bütün mevcudiyetini barındırıyordu içerisinde. hem anlık hem de sonsuz bir bakış atmıştı. belki kasten. belki de haberi bile yokken. sonra bir şeyler söylemeye çalıştı. ufak cızırtılar çıkabildi yalnızca ağzından. ve şu kelime işitildi. olayın akışına kapılan herkes tarafından. su. su verir misiniz bana. bir yudum çok değil. su lütfen. hanımefendinin biri alelacele bir şişe çıkardı çantasından. şunu uzatın yavrum çocukcağıza yazık diyerek sundu. suyunu. üzüntü ile acı sınırında. kahrolma hizasında. ve çaresizliğe çare olamama utancında bir şeyler hissederek. suyu uzattı. hanımefendiden şişeyi alarak. bu arada kapağını açma jestini gerçekleştirmeyi ihmal etmedi. gözlerini kısarak tam da tarifi yapılamayacak bir mimiğe bürünmüştü suratı. su mu yani. bunu mu yapabiliyoruz sadece. kim eğer ki ulan bir başı diye isyan ediyordu. ve bu isyan kendince olmasa da içindendi. herkesin ortak isyanını kendi içine hapseden biriydi işte. şişe gitti. görevi de bitti. ahlakın son zerreleri de demlendi. açık oluyordu şu sıralar. demini alamayan bir ahlak düşünün. suyunu kaynatmadan demlenen bir ahlak. nihayetinde şişe ulaştı. ve bu süre zarfı içerisinde. burnu çoktan tekrar aktı. bir elinde peçetesi diğerinde su şişesi. başı eğik bir çocuk. kalabalık diye tabir edilen çokluğun arasında kalakaldı. neden varsınız. neden çoksunuz. ve neden kendinize kalabalık diyorsunuz. sayın hiçbir şey yapmadan izleyen insanlar. böyle bir anons gelir mi diye bekledi kulaklar. gözler hoparlör aradı. beyin tepki vermek için şu saatten sonra yönlendirilmeye muhtaçtı. iki yudum içti suyundan. ne sesten haber vardı ne de belediyenin hoparlöre harcayacak parası. bir süre bekledi. kalabalık bir de gürültü eklemişti bünyesine. herkes birbirine ne olduğunu soruyordu. bir çocuğun başını bükebilecek ne olabilir lan bu dünyada. nedir derdiniz. bir bitmediniz. bir yudum daha aldı suyundan. daha az telaşlı bir yudum. daha çok susuzluğu gideren bir yudumdu. başını kaldırmadan şişeyi aldığı yöne doğru uzattı. ucuna bir teşekkür. içine de bir iki damla göz yaşı iliştirdi. son ve daha derin bir nefes alarak kaldırdı başını. işte tam da o anda. yine ilk ses duyuldu. eğmesene olum başını. dik duracaksın bu hayatta. söyle bakalım derdini. sadece şu cümle çıktı ağızdan. gözler şahit oldu. kulaklar işitti. aniden hoparlörler belirdi etrafta. bütün şehirde yankılandı. amca. dik durursam sığmam diye korkuyorum. bu dünyaya. akıllar durdu o anda. vicdan devreye girdi. kanlar çekildi. suratların benzi attı. eller titredi hafiften. gözler doldu ister istemez. kimi alıp başını gitti oradan. yeterince çekici bulmadı söylenenleri. daha aktif bir şeyler bekliyorlardı belki. daha agresif. daha az naif. daha şiddet meyilli. ve bu gerçekten hayret verici ama daha eğlenceli şeyler bekliyor olmalıydılar. kendi saçmasapanlıklarından bir haber.  işine gücüne devam etti bir kısım insanlar. daha duyarlı olanlar üç beş dakika daha bekledi. daha da duyarlı gözükmek isteyenler birkaç dakika daha ekledi. sonunda yine yalnız kaldı. eğdi başını. gerçekten merak edilmeyen soruları neden sorar ki insanlar. neden aniden kalabalık olurlar. gerçekten ilgilenmedikleri herhangi bir şey için. görünmek bu denli mi önemli. şahit olmak bu derece mi mühim. kalabalıklar nasıl bu kadar sessiz. ve bir çocuğun başı nasıl bu kadar eğik olabilir ulan. kaldır başını. yoksa ben kaldırmasını bilirim. kalem elimde. bilgisayar gördün mü bilmiyorum ama klavye denilen şey de parmaklarıma amade. ya kendin kaldırırsın o başı. ya da ben yarın tekrar ziyaret ederim bu sayfayı. şunu da unutma. ben kalabalığa benzemem. yanından hiç ayrılmam. sen gitmek istesen bile alıkoyarım. hürriyetini tahdit ederim gerekirse. hadi. gel benimle.

24 Ocak 2019 Perşembe

oysa

size bir banktan bahsedeyim. gerçekten bir kış günü nereden aklıma geldi bilmiyorum ama bahsedeceğim banktan çok uzaklarda oxfam shoptan aldığım ikinci el eldivenlerimi giyerek bunları yazmak istiyorum. anlatmak daha çok. yirmili yaşlarımın başlarındayım. sevdiğim birçok şeyi kaybetmemişim daha. bu sebeple sevmekten hiç korkmuyorum. mesela yolda giderken bir ağacı seviyorum. geceleri kitap okumalarıma eşlik eden martıları seviyorum. korkusuzca. büyük bir iştahla seviyorum önüme gelen ne varsa. sevgi dağıtarak dolaşıyorum sokaklarda. mutluyum galiba. fotoğraf makinem var. hayatıma farklı bir bakış açısı katacağını ümit ederek fotoğraflar çekiyorum. yanıma sadece sırt çantamı ve makinemi alarak otostop ile dolaşmaya çıkıyorum. param oldukça trene binmeyi de ihmal etmiyorum. böyle dertsiz tasasız günler geçiyor. vakit ilerliyor. güzel ilişkiler kuruyorum. güzel olmayan ilişkilerim de güzel bir hal almaya başlıyor. kendimi tanıma gayreti içerisine giriyorum. bir şeylerden emin olmak istiyorum. üç tane bordo pantolonum var. hiç üzerimden çıkarmıyor havası veriyorum. bütün bunlara rağmen saçlarımı yine de taramıyorum. onlu yaşlarım ne kadar da çabuk bitti. ölünün arkasından ağlar gibi ağlıyorum bazen. on dokuz yaşıma içim yanıyor en çok da. on dokuz diyorum. yaşların en güzeli. daha yirmili yaşlarımın başında gençliğime dönüp bakıyorum. biraz komiğim. biraz ukala. ancak her şey yolunda. nihayetinde de kendime bir bank buluyorum. su kenarında. körfeze bakıyor. körfez de bu banka. selamlaşıyorlar bence garip bir şekilde. sıklıkla gidip bu banka oturuyorum. kitabım. sigaram. rüzgarın söz geçiremediği zippom. dört taksitle aldığım canım zippom benim. bir cebimi ayırıyorum kendisine. yanına yaklaştırmıyorum bozuk para filan ki çizilmesin diye. perşembe günleri dergimi alıp da gidiyorum. cumaları namazdan çıkıp da gidiyorum. pazarları kahvaltımı yapıyorum o bankta. seviyoruz birbirimizi. ben kendimden eminim en azından. nazım diyorum. ne kadar da mavi. dolabımda duran elmam aklıma geliyor. her sabah seni seviyorum dediğim elmam. biraz nazımı biraz da sevgiyi selamlamama yardımcı olan. kırmızı. güzel. ortalama boyutlarda bir elmam var işte o zamanlar. çevremde insanlar da var. bir sürü insan. sınıftan. parktan. evden. mahalleden. aileden. geçmişten. bir sürü insan. ancak o yok. yani o diyeceğim biri yok. daha doğrusu o dediğim zaman kesinlikle onun olduğu anlaşılacak biri yok. olsun diye de uğraş vermiyorum. istediğim zaman değil de olması gerektiği zaman olsun diye bekliyorum. kalp kırarak biraz. nezaketten uzaklaşmaya yaklaşarak. sonunda bir gün hiç de ummadığım bir yerde çıkıyor karşıma. üç hafta sadece gülüşünü izliyorum. göz göze gelmeye cesaret edemiyorum. dördüncü hafta sesim titremeden günaydın diyebiliyorum. altıncı hafta nasılsın diyebilecek hale geliyorum. benim böyle bir şeyi yapabilecek kapasitem olmadığını anlamış olacak ki. çıkışta yemeğe gidelim mi diyor sonunda. olur diyorum hemen. çok açım hatta ben. derse filan girmesek. o da olur diyor. biraz heyecanla biraz da tereddüt ile yürüyoruz yan yana. yürüyüş yolu dedikleri bir yer var. orada. uzunca bir yol. etrafında çınarlar. yemeğe gidene kadar içim dışım çınar oluyor. çınarlara bakıyorum. çınarlar. çınarlar. bir yere varıyoruz. sipariş vermesini bekliyorum. aynısından lütfen diyorum. ne de olsa yiyemeyeceğimi biliyorum. konuşmaya başlıyoruz. gerçekten ama. gözlerim gözlerine değiyor. ağlayasım geliyor ama tutuyorum kendimi. anlatıyor. dinliyorum. kendimden bahsetmekten imtina ediyorum. biliyorum. garipser. garipsenmeyecek biri değilim. herkes öyle diyor. herkes bir şeyler söylüyor ama umurumda da değil. ağzımdan çıkıveriyor işte. umursamam ben diyorum. daha ilk yemeğimizde. sonra da epistemolojiden bahsetmeye başlıyorum. thales filan diyorum. kahve içelim mi diyor. olur tabii. neden olmasın. numarasını alıyorum. çağrımı atıyorum. akşam evde kitap okumadığımı gören herkes telaşlanıyor. hasta mısın. doktora gidelim mi. canın mı sıkkın. birine bir şey mi oldu. yok yahu diyorum. böyleyken böyle. mesaj bekliyorum. daha çok beklersin diyor herkes. çevremdeki herkes. ev arkadaşlarım. onların arkadaşları. nasıl yani. şimdi burada bitecek mi her şey. olur mu öyle şey be adam. ilk mesajı sen atacaksın işte. bu işler böyle. tamam o zaman diyorum. şimdiye kadar boşuna mı beklemişim. telefonuma farklı bir gözle bakıyorum. onunla iletişim kurmamı sağlayacak son iki yüz yılın en büyük icadı bu olmalı diyorum. yazdığım mesaj da. merhaba. benim merhaba yazmam için bilimin buralara gelmesi garibime gidiyor ama cevap gelince her şeyi unutuyorum. günler geçmeye başlıyor. alışık olduğumdan daha hızlı. geceler daha uzun. günaydın mesajlarını beklemek daha katlanılmaz oluyor her gün. tanıdığım en farklı insansın. neden böylesin sen diyor. şaşırıyorum. normal gözükmek için elimden bir şeyler gelmeli. uzun uzun düşünüyorum. bir kitap hediye etmek istiyorum. herkesin normal olduğunu anlatan. kitaplığımdan kimseye kitap hediye etmediğim halde okuduğum bir kitabı ona hediye etmek için hazırlıyorum. yolda giderken de aynısından kendime bir tane alıyorum tabii. ayracı vermek istediğim mesajın olduğu sayfaya koyuyorum. bir hafta sonu buluşuyoruz. hava çok güzel. baharın sonları. bir kafede kitabı verip biraz da gülümsemesini izliyorum. limonatasından şikayetçi ama halinden memnun gözüküyor bana. mutlu oluyorum. en azından sıkılmıyor diye düşünüyorum. çok da fazla uzatmadan kalkalım mı diyorum. çünkü uzadıkça ben garipleşirim. o da bana farklı birisin der diye korkuyorum. tamam olur diyor. hesabı ben ödeyebilir miyim. olur nasıl istersen. hesabı rica ediyorum. beyfendinin bir tanesi hesabı getirip bana uzatıyor. rica ederim. ortaya bırakır mısınız. bu masada ödeme gücü olan tek insan ben miyim diyorum. hafifçe eğilip. tuhafsın sen diyor. sonra da öpüyor. evet. ilk öpücüğüm ile tuhaf kelimesi ardı sıra geliyor. şehre adım atar atmaz. gel diyorum. seni bir yere götüreceğim ama kimseye söyleme. tamam diyor. elinden tutuyorum. o daha da sıkı tutuyor. sürekli gittiğim banka gidiyoruz. tam altı saat boyunca anlatıyorum. kendimi. fikirlerimi. beklentilerimi. hayallerimi. dinliyor. arada o da katılıyor. ama ben ısrarla anlatmaya devam ediyorum. bilsin istiyorum. karşısındakini. en azından benim bildiğim kadar bilsin beni. bu olaydan sonra sürekli iki kişi gidiyoruz o banka. hiç sıkılmıyoruz. günün her saati gitmişliğimiz vardır. güneşin doğuşunu da oradan izliyoruz. dolunaylara şahitlik ediyoruz. gün batımlarında da oradayız. yan yana. seviyoruz. karşılıklı. en azından ben kendimden eminim. yıllar geçiyor. üniversite bitiyor. ben gideceğim diyorum. eğitimime yurt dışında devam etmek istiyorum. gitmesen diyor. kalsak burada. benim hayatım burası. olmaz diyorum. bu banka ilk geldiğimiz gün anlattım ben sana. hayallerim. beklentilerim var. sen de gelsen. olmaz mı. düşünelim diyor. tartışalım. karar kılalım. tamam diyorum. her şeye rağmen. sonrasında yine o bankta ayrılıyoruz. belki ilk kez göz yaşı dökülmüyor o bankta ancak en acıklısı onlardı benim için.

tam beş ay yirmi altı gün sonra. tekrar gidiyorum o şehre. sabahın köründe varıyorum. banka gidip oturuyorum. düşünüyorum uzun uzun. sakince. gerçekten ne istediğimi. istediğim her şeye aynı anda sahip olamamak ağır geliyor bana. üzülüyorum. sevmek kolaydı en son bıraktığımda. şimdi ne oldu diyerek iç çekiyorum. dumanlarla birlikte. sonra fakülteme gidip referans mektuplarımı alıyorum. en sonunda da son bir kez görmek istiyorum. en azından. iyi şanslar dileyelim diye birbirimize. arıyorum. açıyor hemen. buradayım diyorum. bankta. çok geçmeden geliyor yanıma. hiç tepki vermeden oturuyoruz bir süre. sonra. mektupları gösteriyorum. gidiyorum ben. şans diler misin bana. hayır diyor. gitmeni istemiyorum. ne olur kal. ne olur kalsan. ne yapabilirim kalman için. ne yapabiliriz kalman için. bizden bir şey kaldı mı sahi. sorular sıralanıyor. dur lütfen diyorum. burada başladı her şey. burada bitecek işte. kötü mü. fena mı. yan yanayız. belki de son defa. hıçkırık sesini duyduğum gibi kalkıyorum yerimden. sarılıyorum. ağlama lütfen. nasıl diyor. nasıl ağlama. neden gidilir ki. gitmek de neyse. anlamam. üzgünüm diyorum. inan en az senin kadar. o gece arkadaşlarım bırakmıyor. o şehirde kalıyorum. bütün gece gözümü kırpmadan düşünüyorum. mektuplar elimde. sabahın köründe yine bankta alıyorum soluğu. kalemim elimde. mektupların arkasına bir şeyler yazmaya başlıyorum. 

gel 
ikimize de yer var aslında
sekadan körfeze bakalım
martıları umursamayalım birlikte
iste 
o bankta yaşlanalım.

böyle başlıyorum. yaklaşık bir buçuk saat yazdıklarımın ne olduğuna bakmaksızın yazıyorum. sonra da bankın bir ayağının altına sıkıştırıyorum mektuplarımı. geleceğimi. eğitimimi. bursumu yakıyorum oracıkta. birazdan otobüse atlayıp şehirden uzaklaşırken mesaj atıyorum. sana bir mektup bıraktım. şehrin bir köşesinde. o gün sabaha kadar aramış ama bulamamış. nasıl olur diyorum. nasıl bulamazsın. bulmalıydın. aklına ilk gelecek. koşarak bakman gereken yer belli idi. bulamadım işte diyor. mesajını alır almaz banka gittim. yağmur yağmış. dalgalar hafif yükselmiş. rüzgar şiddetli. yoktu hiçbir şey. o zaman ben de diyorum ki. o bank bana yalan söylemez. sanırım benim gitmem şart. görüşmek üzere.

22 Ocak 2019 Salı

falan filan

can dediğin ne ki sanki. iki üç harf alt tarafı. üst tarafı da ölüm işte. aniden yok olabilecek bir şeyin uğruna. bu kadar emek harcanması. enteresan. 

zaman kazanmak için zaman harcamak. sanırım en rüsva temennimiz. biraz zaman harcayayım. belki zaman kazanırım. başka insanların zaman kazanmak için harcadığı zamanı. o zamanı satın almak için harcadığım zamanla satın alayım. zamanımızı yok etme üzerine kurulu bir düzende. para eden tek şeyin zaman olması. enteresan. yaklaşık yedi milyar çarpı yirmi dört saatten. günün sonunda hiçbir şeyin kalmamasından bahsetmeye çalışıyorum ancak kaliteli bahsedemem ben. umarım siz bahsi açılan konuyu bahsi açan kişiden daha kaliteli şekilde değerlendirebilen insanlardan filansınızdır. yoksa bu kadar zaman. neye yarar. 

hayatın merkezine işte. hayatın kendisi dışında her şeyi koymaya çalışmamız. bir temenni daha. bizi daha iyiye. daha yükseğe. daha nefes alınabilir bir yere ulaştırması umuduyla hem de. bir şeyin merkezinde yine kendisinin olduğu gerçeğine karşı. bunca insanın amansız çırpınışını izlemek. enteresan. 

bazen diyorum ki. pasif hoyratlıklardan bahsedeyim. ne kadar da önemliydi bir zamanlar. çok da aktif sayılamayacak şeylerin telaşına düşmek. sonra da diyorum ki. pasif şeylerin peşinde koşmak uğruna harcanacak onca zaman. kişi ya da kişiyi boşver. beni aktif hale getirmez mi. şimdi ne gerek var. pasiflikten bahsetmenin aslında aktivite olması. ve her şeyin zıddını son derece içerisinde barındırması. enteresan. 

durabilirim öyleyse. eylemsizlik suretiyle devam ederim hayatıma. ki durmak da herhangi dirence karşı koymak. aktiflikten öteye köy yoksa eğer. kısmı pasifizm denemelerine kurban edilecek bunca zaman. enteresan. 

karar vermek hele. önce bu karar oluşacak bir yerlede. var olacak yani. doğacak diyen de var. sonra büyüyecek. gelişecek. olgunlaşacak. benim zihnimde gözle görünür hale gelecek. ve ben onu fark edeceğim. bak iyi fark edemem ben. benim bile fark edebileceğim noktaya gelen karar. artık sahiplenilmeli. yoksa ayıp olur. kararın oraya kadar gelmesinde harcanan zamanda. aslında. zaman içerisinde zamanın varlığı. çok da ötemizde değil. berimizde de değil belki ama. sanki seslensek duyabilecek kadar ötemizde. ama fısıldasak duyamaz gibi de. neyse. ben fark edene kadarki süreçte kararın olgunlaşması için geçen zaman. özünde. zaman satın almak için harcadığım zaman içinde. şimdi bu şekilde. bir zaman içinde kaç zaman olduğunu da hesap edebilirsek. işte yedi milyar çarpı yirmi dört üzeri zaman içerisindeki zaman kadar zaman harcanıyor bir günde. matematiği kötü olanlar ya da sevmeyenler için belirteyim. çok ediyor. mesela saysam sayamam ben. aslında saysan sayılır da. şimdi çok zamana patlar. diyelim ki hesap makinem var. bu defa da ekranda çıkan sayıyı okuyamam. neyse. karar işte. fark edilebilir boyutlara ulaştı. onu tutup da kuluçkasından çıkarmak lazım. alalım zihnimizin eline. şöyle bir sağına soluna bakalım. eğelim bükelim. üşenmezsek tarta da biliriz. hatta üşenmezsek. ezip büzebiliriz. bir iki akrobatik hareket hatta. üç beş bilimsel deney. bu arada. bilimin amansız kapsayıcılığına da hayret ediyorum. şöyle bir düşününce. bilimsel olmayan deney de kalmamış neredeyse. neyse. yeterince mıncıkladıysak kararı. artık verebiliriz. nereye. ne şekilde. bunlara da siz karar verin. ama. alınan kararın verilmesi için. kararın alınması için gerekenden çok daha fazla zaman gerekebilir. bak bu da enteresan. 

neyse. sigarayı bırakma denemelerim. son hızıyla devam ederken. sırf şu saçmalığa devam etmek için bir sigara daha yakmayı göze alamam. öte yandan. bunu yazmaya devam etmesem de. muhtemelen bir sigara yakacağım. zaman kazanmak için harcadığım zamanla satın aldığım şeylerin. hayat dedikleri şeyi kısaltıyor oluşu. ve bunun dünyadaki bütün zaman için geçerli olması. daha da öte yandan. alınan kararların bir türlü tutulamaması sonucu. boşa giden onca zaman içinde zamanın görünemez oluşu. bu hakikaten enteresan. 



18 Ocak 2019 Cuma

kısmi

yokluğa bir şey anlatamamak daha kolay
inan ki
gözünün içine bakarak 
   söyleyememek 
     daha fena
aklıma hiç gelmiyorsun artık
işte o kadar 
  özledim
yokluğun varlığını
acının tadını
gecenin siyahını
terk edilmiş diyarları
alaca bulutları
karamsar yıldızları
zemheriden kurtulamayan toprağı
göç etmeyi anlamsız bulan kuşları
dağılmış leylek yuvaları
delinmiş örümcek ağları
şiir yazılan bütün duvarları
gözden kaçan sokakları
deliye dönen rüzgarları
çiçek açmayan baharları
geri verir misin
hiçlikten ümit damıtmayı
cehaletten nem kapmayı
günleri ayları saymayı
sana dair sözler yazmayı
güzün kaldırılan hasadı
opak opak bakmayı
sağı solu şaşırmayı
dertsiz başa dert almayı
halden anlamayı
nefessiz kalmayı
bir iki sayfa yırtmayı
gelip geçene çatmayı
özledim
git artık.

17 Ocak 2019 Perşembe

intifa

çok uzun zamandır schubert dinlemiyordum. demek ki şu anda dinliyorum. bazen ne kadar da çıkarımcı olabiliyoruz. ancak bu denli çıkarımcı olabilen insan. zamanı neden uzun ile niteleme gafletine düşmüş. boyutu olmayan bir şey için büyük demek daha doğru olmaz mıydı. belki de olmazdı. bir ihtimal. olabilirdi. ama yine aynı insanlar demiş ki. böyle gelmiş böyle de gider. zaman dediğin uzun ve kısa olmanın arasına sıkıştırılır. zamanın büyüklüğü ya da küçüklüğü hasır altı edilmeye çalışılır. ve bir miktar daha anlamlı olamayacak olan örnek daha. ve belki de anlamlandırılmak istemeyen birkaç zavallı harf yığını. insanlar işte. belirli harfleri yan yana koymuş. sonra da bunları anlamlandırma hastalığına tutulmuş. dünyadaki en edilgen ve en o kadar da gözden kaçan şey. kelime. yani edilgenliğin ölçüsü fark edilemiyor. herkesin farklı şekilde hırpaladığı. zavallı. belirtmeye yarayan bir şeyler. başına uzun koyarak önemi vurgulanabilir mi. en uzun edilgen kelimedir. en büyük edilgen kelimedir. boyutsuzluğa yeni bir boyut katan anlamsızlık sayesinde. ne uzun ne de büyük fayda eder burada. en edilgenler kelimelerdir. bir çekim eki alırım türkçenin en derinlerinden. sade olmaktan hiç gocunmam. hatta daha da olabilmeyi isterim. ve hatta dilerim. istek ile dilek arasındaki farkı tam olarak hissettiremeyen nadir dillerden biri olan türkçenin en cefakar emekçileri olan. çekim eklerinin. ucundan da olsa saygıyı hak etmesi. 

çok uzun zaman oldu schubert dinlemeyeli. aynı anlama gelecek ne kadar da çok cümle var aslında. ve aynı anlama neden farklı yollardan ulaşılıyor. kaynak yeterliliğinden mi. yapacak başka işimizin olmamasından mı. insanı aynı yere çıkacak farklı yollar bulmaya iten ne ola ki. kestirme yollar arama telaşı. manzaralı patikalar bulma hevesi. daha duble tarzlar ile efektifliğini kanıtlama ihtiyacı. ya da belki de trafikten sıkılarak kendine yeni bir güzergah açma uğraşı. eminim ki onlarca daha sebep vardır. işin içine ruh girdiğinde. ve buna beyin eşlik ettiğinde. bir de üstüne nefes alıp verilen döneme denk geldiğinde. sebepli neticeler bir anda sonsuz varsayımlara dönüşüyor. aslında buna engel olunabilir ancak aşırı gayret gerek. bunun için de insana sahiden insan olduğunun hatırlatılması. işte bakın. hayatta ne çok sebep var ile aynı bitim noktasında buluşacak birbirinden farklı ifadelerin iç içe geçmişliği. ne kadar da bayağı. ne kadar da aşağılayıcı. birçoklarına göre de aylarca siper kazmış askerin daha savaşın ilk dakikalarında cephanesinin bitmesi. siperde durmanın kar etmemesi. ve bu askerin süngünün kullanıldığı bir zamanda zahiri görebilmesi. 

schubert dinlemeyeli ne kadar da uzun zaman olmuş. ve cümleler ne kadar değişirse değişsin. isim ile sıfatların birbirini takip etmesi. bir miktar sevgi göstergesi. ararsan. en basit sıfat tamlamalarından bile damıtabilirsin. sevgiyi. gerçi damıtmak saf haliyle kullanmasının o kadar da hayra alamet olmadığını gösterir belki ama. neden olmasın. hayırsızlık da bir ihtimaldir her zaman. hem de bir şeyin hayırlı olması kadar olası bir ihtimal. hem de aristo. belki biraz da weber. çok mu batılılaştık. sch ile başlayan alamanca kelimeler mi sardı paragrafların başını. dumanlı dağlar gibi değil mi. avusturya ve isviçre sınırındaki jura dağları var ya. umarım vardır bu arada. işte o dağların tepesindeki sis gibi değil mi her paragrafa almanca kökenli bir kelime ile başlamak. ve bunun schubert olması. sis miktarını, bulunduğunuz rakımı ve hissetme katsayısını artırır. ancak basıncı, görüş mesafesini ve hayatta kalma içgüdüsünü bir nebze azaltır. şimdi bunları açıklayınca güzel olmadı. ben oryantalist bir tavır takınıp selahaddin halilovun talebesi gönül bünyadzadeden bahsedecektim. toparlayamadım. dağıttım. her şey yalan oldu. bunlar hep batının oyunu.

kısaca ben schubert dinliyorum. azıcık kendime geleyim diye. mini ruhum açılsın diye. ve kelimelerin tutsak edilmişliği var ya. çatılı türkçe bilenler edilgenlik değil miydi bu demiştir bile. keşke herkes çatıları çok iyi bilse. daha sağlıklı şekilde hayatta kalabilir ifadeleri. daha az muhtaç olabilirler belki de. anlam dilenmeye. yalvarmaya. üzerime az da olsa mantık atın demeye. çok daha az muhtaç olma şansları var iken işlerini şansa bırakmaları. sanırım adrenalin sevdalısı bir zümre ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir. saygılıyız. ama içimizden. seviyoruz. ama içimizden. sisli dağların tepesindeki kara gömülmüş çam ağacı gibiyiz. ama schubert dinleyerek bunu ifade etmeye çalışıyoruz. manyak olabilir miyiz. neden olmayalım diyenler var bence. çünkü neden olmasın. 

schubert abi schubert. edilgenlik işte. sadece kelimelere has olsa yine iyi. içine anlam koyduğun her şeyde bu böyle. kendini var edemeyen her şey için yine bu böyle. kozalak da olabilir. insan da. çok güzel deri yüzen pot bıçak da. kilerde unutulmaya yüz tutmuş eski en sevdiğin çiçeğin bir nevi mezarı olan toprak kalıntılı saksı da. sırf o eski saksılarda kalmış topraklar bir araya gelse. kaç begonvile yuva olabilir. sonra o begonviller istemediği halde. sahipleri ona isim verir. anlam yükler. ne kadar da etkili olduğunu kanıtlar bir avuç toprağa. ki çok garip bu insanoğlu. kendi dururken. en yakınında. gidip de saksılarla filan uğraşması. enteresan. renkler. notalar. suyun var oluşu. ifadesi. aslında her şey ne kadar da insandan habersiz. ve aslında insanın kendisi de bir o kadar kendinden. bir çeşme başına yüklenen anlamı, çeşmenin hiçbir zaman anlayamayacak olması. ne acı. ne kifayetsiz.

16 Ocak 2019 Çarşamba

birin hatrına

bir kasım 
 gece yarısına üç kala
  ebedi bir edepsizlikti edebilik
 sonu olmayan bir ayıp
   belki de
ihtimalen konuşan şaşkın bir kelime 
   hatta
sancıların ortasından sıyrılan bir çığlık 
  alenen
kantarların topuzunu kaçıran ağır metallerden biri
  muhtemelen
kararsızlığı iş edinmiş sapkın bir hayal
  zımnen
elli yedi dakikanın zimmetindeki bir suç
  belli ki
topuklu cümleler gerek böyle bir yerde
  neden ki
geçmişin pisliğine bulanmasın 
   bir miktar 
 da 
şekle şemale bürünsün diye

13 Ocak 2019 Pazar

hediye.

inançlı yağmurlar düşer uykuya
düşler iman eder varlığına yokluğun
telaşlı harfler satır aralarına sığınır
cümleler şehadet eder yokluğuna varlığın
keskin sesler simsiyah yayılır sonra
karanlık kalabalıkların karamsarlığında 
kabadayı basitlikler sıralanır ki akılda 
ilkeli eşitsizlikler dönüşebilsin karşılıksız kazanımlara
naçiz inkarlar köklenir gökyüzünün enkazında 
ferah düzlükler eklenir birbirine peşi sıra
son bir nefes emanet edilir sersem rüzgarlara
başkaldırır ruhlar güz artığı turuncuya 
yaşamak, taze esaretler arar olmamakta
içerisinde doğmak barındırmayan hayatsa
esir bir iradenin eseridir aslında 
kış güneşi değen dikensiz güller adına
gün batımından bihaber camsız odalar adına
kurgusal sınırları olmayan parçalı sevinçler adına
keşkelerden arınmış neşeli hayaller adına 
ardında hüzün saklamayan cılız tebessümler adına
kutlayalım
dünden kalan yarına




11 Ocak 2019 Cuma

schubertooth

bir arabacının arabasından indikten sonra dün gece yağan kardan arta kalan çamura bulanan topuklarını sürüyerek dört basamaklı bir çitten atlarken çıkardığı sesleri anlatmak isterdim aslında. lakin bu kadar uzun cümleler kurmak sıkıyor beni. okurken neyse de yazarken bir sürü şeye dikkat etmen gerekiyor bu kadar uzun cümlelerde. dikkat etmek de sıkıcı işte. garip bir şekilde. yine aynı şeyi daha kısa cümlelerle anlatmak mümkün mü. bence değil. cümleler ne kadar kısalırsa. araya o kadar fazla hayal gücü giriyor.

9 Ocak 2019 Çarşamba

yeşillik

bazen ciddi şekilde ağaç olmak istiyorum. tohum olduğum andan tut da kesilip yakıldığım dakikaya kadar hayal ediyorum. sevdiğim cins bir ağaca denk gelirsem karşısına oturup izliyorum. sevdiğim cins akasya oluyor bu arada. söğüt de olur. mühim değil. diyelim ki çınar. o da olumlu. ancak meyve ağacı olmak istemem. birincisi çocukken kayısı ağacından düştüğüm için. ikincisi de meyve vermesem beni kimse sevmeyecek gibi hissederim. taşlarlar beni. neme lazım. kavak da olmaz benden. sesim güzel değil. selvi bir ihtimal. palmiye de mümkün. ceviz meyve mi bilmiyorum ama en uykucusu o bence. benden iyi ceviz olur. tam cevizlik tip var bende. hatta hangi ağaçsın diye bir test olsa. ceviz çıkarım. yüzde doksan bu böyle. yüzde onu da insan olduğum için kestim. insanlıktan nasibin ancak yüzde on oranında alındığını belirtmek istedim orada. fakat iyi belirtemem ben. ancak yüzde on.

ağaç olmakla ilgili çeşitli hedeflerim var ki bunlardan ilki. çorak bir arazideki tek ağaç olmak. herkesi merakta bırakmak. hayrete sürüklemek. zanda bulunmaya zorlamak. bu ağaç suyunu nereden alıyor diye düşünsün görenler. çevre mezralara giderken. uzaktan da olsa oha lan ağaca bak desinler. ben de onlara bakmak isterdim ama bu hedefim için geçerli olmak üzere. bakacağım tek yer gökyüzü. yoksa sıkılırım. yalnızlığımı fark ederim. ne işim var benim burada derim. diye düşünüyorum. ki neme lazım. ikinci en büyük hedefim. bir köye yakın küçük bir tepede üç beş tane ağacın en büyüğü olmak. ve bu ilk iki hedef için cinsimin bir önemi yok. ağaç olmak yeterli. cinsçilik yapmıyorum. gençler gelsin gövdeme dayansın. büyük hayaller kurulsun gözümün önünde. windows doksan sekiz kullanmış efsane olmayan neslin masa üstünde sıklıkla karşılaştığı o ağaç gibi bir şey bu ağaç. ancak biraz daha vicdanlı. mesela üç yıl önce gövdesine isim kazıyan sevgililer ayrılırken ağlıyor. dalına çıkıp da düşünen köyün delikanlısı. muhtarın oğlunu teke tekte dövebilen. görece durumu kötü ancak mert ve yağız genç askere giderken el sallıyor. kuşlar göç ederken hüzünleniyor. ilkokulda zil çalar çalmaz kendine doğru koşan çocukları kucaklıyor filan. bu böyle bir ağaç. üçüncü en büyük hedef. yazlık bir çay bahçesine gölge sağlayan ağaçlardan birisi olmak. ve sanırım burada çınar olmak biraz kaçınılmaz. bu sebeple çınar olmayı kabul ediyorum. ya da en azından çınar olmakta bir beis göremiyorum. çünkü daha büyük hayallerim var. büyük resim var. o resimde ancak çınar olabiliyorsam. bunda bir sakınca görmüyorum. asıl sakıncalı durum da şu sanırım. resmi çizen ben olduğum halde. kabullenmem. bir resim çiziyorsam ve bu bir yazlık çay bahçesi olacaksa çınar ağacı kullanmak zorunluluğunu hissetmem. sonra da kabullenmem. nihayetinde de uygulamam. buradan benden sanatçı olamayacağı ve eğitim sistemimizden sanatçı çıkamayacağı anlaşılabilir. ama dediğim gibi bu ancak ve ancak yüzde on oranında belirtilebilir. aslında içimden geçen rakam sekizdi. eğitim sistemi beni yuvarlama yapmaya da zorluyor. içimden atamadığım bir yuvarlama yapma dürtüsüyle hayatımı etkileyecek sınavlara girdim. sonuç bu. ağaç olma hayalleri kuruyorum. neyse. yazlık çay bahçesinde çınar için en büyük beklenti. ince belli çay bardağından çıkan karıştırma sesini dinlemek. oralet daha makbul olsa da. bu çay da olabilir. soğuk içecekler içinse diyecek bir şeyim yok. çay harareti alıyor diyorlar. şehir ya da çay pazarlamacıları efsanesi olabilir. tavla izlemeyi de severim. bunların hepsinin dışında. insanların oturmadığı masa ve sandalyeleri izlemek de ayrıca keyif verir bana. ve bir masaya da insan oturmasın lütfen. yer sofrasına basmak gibi geliyor bana. kime ne. dördüncü büyük hedefim. yürüyüş yolunda bir ağaç olmak. ki burada yürüyüş yolunun ne olduğunu izah etme zorunluluğu doğuyor. kısaca insanların yürüdüğü ve sadece yürümeye tahsis edilmiş bir yol oluyor. ancak benim dördüncü büyük hedefim için. belirli bir şehirde. bu belirli şehrin tam ortasında. ve tam ortasında bulunduğu bu şehirde son derece önem arz eden. önceden tren yolu olarak kullanılmasına rağmen son üç on yıldır insanların üzerinde yürüdüğü yol oluyor. bu yürüyüş yolunun herhangi bir yerinde olabileceğim gibi kendi seçtiğim ve şu anda koordinat vermekten başka bir şey yapamayacağım üç belirlenmiş noktada da olabilirim. bu belirlenmiş üç noktadan birini feda edebilsem bile diğer iki noktadan vazgeçemiyorum. sanırım tam da şu anda. aynı anda iki ağaç olabilme ihtimalleri üzerine düşünmeye başlamalıyım. ihtimallerin fazla olması insanı bölünmeye zorluyor. bu zorluk belirli bir his uyandırıyor. bu his belirli bir kabul oluşturuyor. bu kabul de belirli bir uygulama alanı buluyor. zorunda kal. hisset. kabullen. uygula. sistem bu. tabii son zamanlarda. umarım anlaşılıyordur. ya da daha açıklayıcı olma gayreti içerisine gireyim. mesela insanlardan bir şey seçmesini isteyeceksin. önce zorunluluk oluşturmalıyım. sonra bu zorunluluk insanlarda belirli bir his uyandırmalı. akabinde insanlar bu hissi kabullenmeli. en sonunda da uygulamaya geçerek seçimini yapmalı. bu daha da detaylandırılabilir aslında ancak hem ağaç olayından fazla uzaklaşmak hem de bu saçmalığa yaklaşmak istemiyorum. tercih meselesi tabii. isteyen istediği şeye uzak olabilir. uzak durabilir. yaklaşmayı deneyebilir. yine de tercihler fıtrata uymalı. sırıtmamalı. geçmişten gelerek. geleceğe uzanan bir köprünün altından geçen bir kayık olmalı. sal da olur. romantik isen gondol da ayarlayabiliriz. fırça elimizde. büyük resmi biz çiziyoruz. bunu unutmadan yolumuza devam edelim. yürüyüş yolunda bir ağaç olmak en büyük dördüncü hedefim. koordinat bile verebilirim. belirlediğim üç noktadan özellikle ikisinde sık sık ağaç olma denemeleri de yaptım. yaklaşık yarım saat hareket etmeden durdum oralarda. ayakta. kollarımı açarak bir iki dala sahip olma hissi de yaşamak istedim ama fazla da garipleşmeyi göze alamadım. yine de şunu söyleyebilirim. dünyada çekilebilecek en güzel filmleri. en ön sıradan. istediğin yükseklikten. ve aşırı boyutlu şekilde izleme şansına o iki noktada ağaç olarak ulaşılabilir.

neyse. durağıma yaklaştım. kısaca şunları ekleyebilirim. bu dördünden başka seksen dört tane daha ağaç olmakla ilgili büyük hedefim var. toplamda seksen sekiz hedef durur bir köşede. günün birinde lazım olursa diye. tedbirli olmak lazım. hepsini daha detaylı. daha can sıkıcı, ve daha `'bu ne kardeşim' `şeklinde anlatabilirim aslında. ve bu dördü için bile yeterince yapamadım bunları. dallardan ve yapraklardan bahsetmedim. kökler ile ilgili birkaç husustan da bahis açmadım. bir eşeğin nalına sıkışmış bir tohumun tam da hayalimdeki noktada naldan kurtularak aniden filizlenen başlangıcına da şahit olmadık. ki bunlar olsaydı bile. seksen sekiz serzeniş. seksen sekiz iç çekiş duyabilirdim. ancak derdim ağaçları anlatmak olmadı hiç. ağaçlardan bahsetmek isteyen birine dahi sınırlar çizdiren. ne dediği anlaşılmayan. tutarsız. çarpık. ve iki yüzlü bir sistemin tek bir yüzünü göstermekti. diğer yüzü ise gösterilemez. çünkü o yüz her şekilde çıkabilir insanın karşısına. dikkat etmek lazım.

8 Ocak 2019 Salı

so prismatic

kalkanlarımı gürzlerle parçaladılar
acımadılar evet
hem de 
hiç
başka yolu yokmuş gibi
benden kalan ne varsa üzerine basa basa
kendi yollarının doğruluğundan emin
anlamsız bir mağrurlukla
ilerlediklerini sandılar
hala sahibim ama
demir ipliklerden ördüğüm zırhıma
zorladılar beni 
hem de çok
bunu yapmasalar neydi benim iradem
bilmiyorum
güneşi daha farklı görür rüzgarı daha derinden
hisseder miydim 
bilmiyorum
benimle zorları neydi sanki
tahammülden yoksundular belki
inan 
onu da bilmiyorum
ama acımadılar evet
hem de hiç
gözlerime bile bakmadılar
sözcüklere teslim ettiler bütün akıllarını
dahasını anlamaya değer görmediler
göremediler çoğu zaman
kendilerini sıkıştırdıkları dünyalarından
daha ferah daha mavi
ve belki de daha birçok
farklılık barındıran hayatı
saygı duymadılar
isteseler yapabilirlerdi
istemediler
ve acımadılar
hem de hiç
olanca güçleriyle üstüne gittiler
karşılaştıkları hemen her engeli aştılar
aşamadıklarını yıktılar
yıkamadıklarını yaktılar
ve yakamadıklarının gerisindekini
yine hiç acımadan
yok saydılar
utanmadılar
hem de hiç
utangaç değillerdi belki
bilmiyorum
ama utanmalı insan 
zaman zaman


ne kadar da karın ağrısı şeyler yazılıyor değil mi. daha ne kadar saçmalık yazılabilir. kaç hayat daha orta yerinden çatlayabilir sizce. yirmi dört saate kaç gölge sığar. otuz iki diş olmadan gülmek daha güzel değil mi. en izole. en kendi başına hayat nasıldır sizce. mümkün müdür bir de. her fikir bir zamanlar imkansız gözükmemiş midir. her akla gelene gülünüp de geçilmemiş midir. hatta içten içe siktir çekilmemiş midir. bilmiyorum. bakın bilmiyorum deyince çok bilgili. belirli seviyeye ulaşmış kişi akla geliyormuş. geliyormuş işte. rivayet yani. azıcık türkçe bilmek. anlamak işini ne kadar da hızlandırabiliyor. öğren biraz sen de. kendin tecrübe et. deneyimle. bu kelimeye de aşırı gıcığım. daha sofistike bir kelime bulunsun. sofistikeye de gıcığım. üstelik böyle acayip kelimeleri kullanan kişinin beni takdir edin hadi sofistike dedim. deneyimlemek kelimesini kullandım. nasılım ama bakışlarından da bıktım artık. so what yani so what. bak ne kadar da nasılım ama oldum. bir de kanıksamak kelimesi var. bu kelime fular anlamına geliyor sanırım. ayrı düşünemiyorum. fulardan. belirli bir konumuz yoktu ama konumuza gelelim demek istiyorum. ya da yazmak diyelim. bu çelişkiyi de hep yaşıyorum. yazarken söylüyorum mu demek daha evla yoksa yazıyorum demek mi. sanırım bu hayatımın en büyük üçüncü çelişkisi. ikinci sırada da üçü bir arada yaparken önce tozu mu yoksa suyu mu koysam çelişkisi var. birinci sırada da saçlarımı sağa doğru mu yoksa sola doğru mu tarasam çelişkisi var. oha lan. hayatım çelişki yumağı olmuş.


neyse tamam. konumuza gelelim. türkçe. dil. filan. konu bu yani. milyonlarca kez ele alınmış bir konu. ne yapacaktım. bir commuterin hayatından kesitler sunarak ağzınızı açık bırakacak tespitler mi. şimdi böyle birilerine seslenir gibi yazmamın sebebi de kolay olması. yani seçme şansım varsa kolay olanı seçerim. en azından yazarken. neden uğraşayım ki. bunları okuyanlar yeteri kadar türkçe bilmediği takdirde pek bir şey anlamayacaklar. daha da ötesi hayatında hep filtre kahve içmiş birisi benim üçü bir aradama laf edecek. bu ne yaman çelişki diyecek. kahve sevmeyen biri yazının tamamı ile ilgili ön yargılı olacak. kahve seven birisi de ön yargılı olacak. kahvenin ne olduğunu bilen birisi o cümleyi okuduktan sonra bir yargıda bulunacak işte. kahvenin hayatındaki yeri ve önemine göre bir yargı olacak bu. son derece sofistike. bütün deneyimlerinden süzülüp de gelen. ve kahveyi ne kadar kanıksamış ise o kadar da aldırmaz bir yargı. umursamaz belki de. yine mi kahve der gibi. yine mi birisi cümle kurmuş. içine de başka bir şey bulamamış gibi kahve koymuş der gibi. sonuçta ben kendimi ifade ettiğimde karşıdakinin yargısına muhtacım. yargı yoksa ben de yokum. benim yargım yoksa da sen yoksun. sonuç olarak yargılar kadar varız. varlığımız ölçüsünde yargılanırız. ya da en azından ölçülü olmalı. hemen her şey. dil hakkında anlatmak istediklerim. bitti.

okuma yazma bilmeyen birine. saçları olmayan birine. kahvenin ne olduğunu bilmeyen birine. ben kendimi anlatamam. çelişkilerden bahsedemem. bunu başarabilen vardır muhakkak. ancak ben her zaman işimi kolaylaştırma taraftarıyım. hatta okuması yazması olmayan. saçları olmayan ve kahvenin ne olduğunu bilmeyen birisi olsa. bunların hepsi tek bir bünyede buluşsa. denk gelse. o kişiye dahi bir şeyler anlatabilecek birisi muhakkak vardır. ve o kişi yeteneklidir. kolayı seçenler. yeteneksizdir.

yazdıklarınızı okuyor isem bana bir dil bilgisi borçlusunuz.

bir arada yaşıyor isek bana nezaket borçlusunuz.

belirli bir hizmet satın alıyor isem beni mağdur etmemeyi bana borçlusunuz.

iki taraflı bir akitte ben üzerime düşeni yapıyor isem aynı özen ölçeğinde karşılık vermeyi bana borçlusunuz.

işteş olan her durumda bana bir karşılık da borçlusunuz ayrıca. tanışmak gibi. selamlaşmak gibi. mektuplaşmak gibi. karşılaşmak gibi.

iletişim kuruyor isek ya da iletişim kurmak gibi bir niyetimiz varsa bana saygı borçlusunuz.

dünyayı paylaşıyor isek bana ağaç kesmemeyi borçlusunuz.

istemiyor isem istemediğim her şeyi yapmamayı bana borçlusunuz. istisnasız.

ben bir dağ isem yolunuza çıktığımda etrafımdan dolaşmayı bana borçlusunuz.

ben bir vatandaş isem bana bir vatan borçlusunuz.

ben bir uçak isem bir hava alanı.

bir balon isem de kapadokya.

bana bir şeyler borçlusunuz. bazı durumlarda kendiliğimden alacaklı olurum. bazılarında anlaşarak artar pasifiniz.

ben de hepimizden biriyim. yazarken dil bilgisi, yaşarken nezaket, müvekkilime karşı mağdur etmeme, iletişime geçtiğim kişiye karşı saygı, hepimize karşı da ağaç kesmeme borcum var.

borcumuz var. ödememiz gereken. katlanmamız lazım gelen. peki ya ödemez isek. o zaman üç seçenek kalır geriye. ilk olarak. feragat. borçtan vazgeçme. istememe. dilekte dahi bulunmama. belki çok çok az bir iç geçirme. ödese güzel olur diye. borçlu. borcunu. ikincisi kanuni yollar. devlet eli ile bunları tahsil çabası. icra kuyrukları. haciz memurları. nadiren de olsa ağlayan bir çocuk. şunu da belirtmeliyim. bu dünyada çocuklar var ise onları ağlatmama borcunuz var. üzmekten kaçının. son olarak da borçlunun iradesini kanunun dışına çıkarak sakatlamak. mafya gibi. çete gibi. dayı gibi. jiletahmet69 gibi. cebir ile. tehdit ile. güç vasıtası ile. korku yordamı ile.

işte bana bir şeyler borçlusunuz. feragat mı edeyim. yok mu olayım. kişiliğimi görmezden gelip benliğimi hiçe mi sayayım. kanuni yolları mı kullanayım alacaklarıma kavuşmak için. biliyorum kanuna çıkan yollar kapalı. üstelik kanun da hiçbir zaman sevmedi beni. saygılar cemal abi. çaresizliğin sebep olduğu buhranlardan sıyrılıp da çözümü şiddette mi arayayım. ne istiyorsunuz. alacaklarınızı mı. alın hepsi sizin olsun. bakın yine borçlu oldunuz.

yazacaklarımı bir türlü toparlayamadım. zaten bu aralar da derli toplu şeyler yazmak ve okumak istemiyorum. her şey biraz fazla derli toplu gelmeye başladı. değişmek mi zamanı. bilmiyorum.

dünya insandan başlar. değişimin nerede başlaması gerektiğini açıkladım. yazacaklarım bitti sanmayın ama bir iki örnekle açıklama yoluna da gitmeyeceğim. acayip bağlaçlar kullanarak akademik makalevari şeyler de kasmayacağım. bu arada en başta ne dediğimi unuttunuz değil mi. hafızası kuvvetli olanlar. dikkati dağınık olmayanlar. bizimlesiniz. ya da ben de sizinleyim. bir aradayız işte. bir şekilde. bir yerlerde. uzakta da olabilir. sorun değil. çok yakın da olabilir. mühim değil. pencereden baktığınızda görebildiğiniz bir yerlerdeyiz. ufukta da olabilir. bir yıldızın köşesinde de. karşıdaki ağaca düşmüş çiğ damlalarının üzerinde titreşiyor olabiliriz. parktaki çimende kırağıyız. hepimiz. karşı binada tek başına ışık saçmaya devam eden dairedeki tez yazan öğrenciyiz. şerefelerden süzülen kandil kutlamalarına bakıp da gülenleriz. şükrederiz. nereden gelip nereye gittiğimizi biliriz. kırmızıda bekleyen yayalarız. u dönüşü yasak olan yollardan sapanlarız. kış günü sokak hayvanlarına sahip çıkanlarız. biraz da kar yağan her yeri uludağa çevirebilen çocuklarız. asfalt yollarda zincirle ilerlemeye çalışan şoförleriz. çok muyuz. az mıyız. ölçülebilir miyiz sizce. zıtlıklara inanmayız. iyiliği yok etmek için daha fazla kötülüğe ihtiyaç duyulacağını bilenleriz. biz kim miyiz. otobüste evine giderken bunları yazanlarız. çoğul muyuz. tekil miyiz. bilemem. ama bir kış günü sigara içmek için soğuğa terk edilmiş sigara tutan eliz. fedakarız. en az o sigarayı tutan el kadar. seviyoruz. en az o sigarayı içen adam kadar. hüzünlüyüz. neyse bizden bu kadar. evimize geldik.

en temizi
ikimiz bir çift olmak yerine
kısaca biz olalım
ve bu zamiri tekilden sayalım
tek sayılar ikiye tam bölünmez
iki eşit parçaya ayrılsa bile
her iki tarafta da yarımlar kalır
işte bu yarımlar insana hep
diğer tarafı hatırlatır
kısaca biz olalım
ve bu zamiri tekilden sayalım
en kötü ihtimallerde bile hatırlanalım