8 Şubat 2017 Çarşamba

entüistyonist

anlamsızlığını başlığından alan bir blogum var. hiçbir şey tam değil. biraz. ve bu eksikliklerin ne olduğu belli değil. şey.




eğitim sistemine olan inancımı daha ilk okuldayken kaybettim ben. bir geometri dersinde sevgili öğretmen kardeş önce noktayı filan anlattı. bakın bu nokta aslında sonsuz bir şeydir ancak biz bunu şu işaretle imgeleştirme yoluna gideriz dedi. sınıf arkadaşım olan simgeye baktım. o da bir şey anlamamıştı. sonra ezgiye baktım. ona da aşıktım galiba. konu nokta olsa bile ezgiye bir bakardım işte. neyse. dersler ilerledi. biz ışın diye bir şeye geldik. tabii geçen zaman içinde sonsuzluk üzerine düşünüp pek de imgelendirme metoduna uygun olmadığına karar kıldım kendimce. sonra ışını anlatmaya başladı hoca. başladığı nokta belirlidir ama bir ucu sonsuza gider filan diyor. el kaldırdım. söz hakkı aldım. hocam dedim sonsuzluğu başlangıç noktası olarak kabul etmek size nasıl hissettiriyor dedim. sen ne demek istiyorsun sayın öğrencim dedi. ben kolejde okudum da biraz. hem de burslu öğrenciydim. var olan formülleri en hızlı şekilde öğrenip sınavlarda derece yapıyordum. derece dediğim de birincilik. ama kantinde hep sonunculuktur bu bursluluk. çocuğunuz olursa burslu okutmayın derim. burslu çocuklar çikolatayı sevmez bakın. araştırın. bizim paramız kolej kantininde geçmezdi işte. ya da yetmezdi. ayakkabı olaylarına hiç girmiyorum zaten. ben ilk kez adidas ayakkabı aldığımda nasıl hissettiğimi anlatamam size. sonuç olarak ışından haberi olmayan eğitimciler yetiştiren fakülteler ile biz daha çok burslu oluruz. dünya kolejdir. piyasa da kolej kantini. bizim paramız o kantinde geçmez abiler.

bu aralar yine insanın kendine fazla yakın olduğunu düşünmeye başladım. insan kendini fark etmek için kendine fazla yakın. kendi büyük resmini göremiyor. gereği kadar objektif bir tutum takınamıyor kendine karşı. belki de kaçınılmazlığın kapsama alanına girer bu da. bilinmez. ama her şeye rağmen. herkes ederi kadar ağalar.

ne vakit uzunca bir yolda yürüsem aklıma hep edip cansever gelir. ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç diye mırıldanırım. bir sigara yakarım. belki de bu sebeptendir yürürken sigara içmeye karşı saplantılı bir tavrım vardır. bu arada tomrisi her zaman edibin hak ettiğine inanırım. ancak her zaman hak ettiklerimize ulaşamıyoruz. o ayrı.

son olarak da rahatsızlıklarım her gün artıyor. her an artıyor. her baktığım yerde yeni rahatsız edici şeyler görebiliyorum. her ne kadar evrime karşı en istikrarlı tutum sahibi organ göz olsa da bence hiçbir şeyin ölçütü olamaz bu görme işi. hiçbir şey demek de fazla genel oldu. bazı şeylerin ölçütü olamaz. bazı şeyler de anlamsız oldu. sanırım bir iddiada bulunacaksak listeleme yapmak en iyisi.

bu arada belirsizliği severim. yani belirliliğe göre daha çok diyebilirim. sevginin izafiliğine inanırım. bu sebeple bir şeyi tek başına derecelendirmeyi zor görüyorum. ancak karşıma birden çok seçenek çıktığı zaman hangisini tercih edeceğim konusunda tereddüt yaşamam. yine de bütün ihtimallerin karşıma çıkmasından yanayım. yancı olmayı hiç sevmem. hatta oyuncu olmak da değil asıl hedefim. her zaman oyunun sahibi ya da en azından o oyunun mucidi filan olmalıyım. yoksa oyalanmış gibi hissederim. hislerime değer veririm. ancak değer verdiğim şeylere karşı bir şey hissetmek zorunda da değilim. gittikçe anlamsızlaşmaya başladım sanırım. yaşasın diyalektik materyalizm.




yokluğa bir şey anlatamamak her zaman daha kolaydır
inanın
gözünün içine bakarak söyleyememek daha fena
sanrılarla dolu sancılı günlerin hatırına
tebessüme bürünüp de giden zamandan
geriye keşke kalır
özlem ile kol kola.

bakkala giriyorum mesela. nasılsın muzaffer abi diyorum. iyiyiz be müdür nasıl olalım bakkalız işte diyor. sen nasılsın diyor. buna da şükür muzaffer abi diyorum. ne yapıyorsun diyor. işler güçler. bu aralar ekonomistim muzaffer abi. finansörüm. hatta global ticaretin merkeziyim. dün de anayasa profesörüydüm işte. ondan önce de oyun bozmakla meşguldüm. yarın da ne olacağımıza paşamız karar verir diyorum. olum sürekli böyle cümleler kurma bak alacaklar seni de içeri diyor. abi dışarıda gibi hissediyor musun gerçekten. sen hayırdır diyorum. iki yumurta bir ekmek bir de sigara versene. ve özledim muzaffer abi. ne diyon lan yine uyumadın mı sen diyor. yok abi ne uyuması gece mesaiye kaldım. sabaha kadar dolar euro paritesini takip ettim ve anladım ki bir tek bizim mahallede yükselmiyormuş dolar. olum senin doların mı var sanki ne uğraşıyon böyle şeylerle. al şu yumurtaları güzelce kır ye. sonra da uyu hadi biraz. abicim ayakta uyumak alışkanlık yaptı da biraz kusura bakma ağzımdan küfür müfür çıkarsa diyorum. lan ne kusuru canın çok küfretmek istiyorsa akşam bir masa kuralım diyor. yok be abi ona da zamcık gelmiş diyorum. zamcığın geldiğini unutalım da ondan sonra içelim ağzımızın tadı kaçmasın. iyi tamam sen bilirsin ama bak ben ciddiyim ha. hatunu da annesine gönderdim kafam rahat. gel istersen akşama bize takılırız diyor. yok be abi akşamları evden çıkmaya korkuyorum ben diyorum. oğlum bak senin sonun iyi değil ha diyor. muzaffer abi seni çok severim o yüzden sana bir sır vereyim mi diyorum. senin de sırlarından bıktık ama söyle bakalım diyor. hepimizin sonu ölüm be abi. iyi ya da kötü değil. öleceğiz. lan siktir git de uyu hadi.

bunları söylerken ben de çıkıyordum zaten. iki günde bir buna benzer sohbetler yapıyorum. bakkalla. manavla. kasapla yapamıyorum ama. çok pahalı orası. selam verip geçiyorum kapısından. param da var aslında ama pahalı olduğunu düşündüğüm için kasaba girmiyorum. hatta yaz geldiğinde mesela. cebimde dondurma satın alacak on liram olsa bile max alırım ben. magnum satın alamam. bana hep pahalı gelir magnum. ulaşılamazlığın sembolüdür adeta. elinde magnum gördüğüm insana imrenirim. yani ne bileyim bakan çocuğu filan olmalı bu magnum yiyenler diye düşünürüm. sokakta yürürken magnum kutusu görsem. alır çöpe atarım önce. sonra da sokağın başına döner sokaktan bir daha geçerim. magnum yiyen birisi bu sokaktan nasıl geçmiştir acaba diye düşünerek. magnum abi magnum.

neyse konumuza gelelim. yokluğa bir şey anlatamamak daha kolay bence. en azından normal geliyor bu anlatamama işi. içinden diyorsun ki lan başkası da olsa bu yokluğa hiçbir bok anlatamaz. ben de anlatamıyorum yani ne var bunda. biraz ferahlıyor için. su serpiliyor. israf etmeden serpiliyor ama bu su. damlatma tekniği gibi. kurutup da öldürmüyor ama suya da doymuyorsun. bir yandan hak da veriyorum bu tekniğe. sanki suya bir tek benim ihtiyacım varmış gibi üzerime boca da edilmesin zaten. su önemli abi. adam gibi kullanılsın. öte yandan sudan bile istediğim kadar yararlanamayacak isem ne bok yemeye hayattayım lan ben diye de düşünmüyor değilim. zaten bunlar ancak düşünülebilir şeyler. düşündüğün halde yaşayamayacağın acayip çok şey var. hayal simülasyonu da bulunsun artık yani. onu da mı ben bulayım. düşündüğüm şeyi yaşatsın bana. rüyadan daha gerçek ama gerçekten daha az gerçek olsun. yani böyle ara bir şeyler. adı da araf olsun.

geçenlerde afrika turuna çıktım. demokratik kongodan demokratik orta afrika cumhuriyetine gidiyorum. uçak bileti bulamadım. daha doğrusu aramadım. yola baka baka gideyim diye. temel sebebim bu olmasına rağmen gece seferi için demokrasi turizmden bir otobüs bileti aldım. uyurum diye. bu uyuma arzusu da bütün sebeplerin önüne geçiyor zaten. neyse. otobüse atladım. sırt çantamı yan koltuğa koydum. bir an önce uyumaya çalışıyorum ki yarın sabah demokratik orta afrika cumhuriyetini rahat rahat gezeyim. gözümü kapatıyorum. ışık yanıyor tekrar açıyorum. gözümü kapatıyorum. anons yapılıyor tekrar açıyorum. işte efendim demokrasi turizmin sayın yolcuları cart curt. en son muavini çağırdım. başgan şu ışıkları kapat allahını seversen demokrasi gözümü alıyor dedim. tamam benim abim hemen gapattırıyom dedi. oha la dedim sen de mi yozgatlısın. evet abi babam zamanında buraya göçmüş dedi. la dedim tam yozgatlısın ha. göç etmiş desene olum öylesi daha havalı. abi ne havası gözünü seveyim demokratik kongo doğma büyüme dedi. tamam la tamam şu ışığı kapat da uyuyak dedim. arkasını dönmüş giderken. içimden de gözümüze soktuklarına göre bunların demokrasisinde kesin bir pislik vardır diye düşünüyordum. bir de muavin otobüsten indiğimde abi rüyanda afrikada demokrasi var diye slogan atıyordun dedi. iliklerime kadar işledi demokrasi. demokrasi. demokrasi.

geçenlerde yine. arkadaşın biri geldi. kanka dedi sen bilirsin. tarih boyunca toprağı ilk gelen kapar diye bir kural mı vardı dedi. yok la tarihte ne kuralı dedim. önceden kural yokmuş. ya işte herhangi bir hukuk sisteminde toprak sahibi olurken önce gelen toprağın sahibi olur diye bir kural var mı dedi. hukuk sisteminden ne anlıyon kardeş sen dedim. bana boş yapma lan cevap versene dedi. o zaman var kanka dedim. yani o toprağı ilk keşfeden oranın sahibi mi oluyor dedi. kardeş keşfedilen bir yerde hukuk sistemi de olmaz önce insan sonra hukuk dedim. ya hukuk sistemi var olan bir ülkenin insanları o toprağı keşfediyor ise. bak şimdi olay temel sahibi olmaya başladı. benim bildiğim kadarıyla önceden böyle bir kural varmış. mesela denizde gidiyon. bir ada keşfettin bayrağı diktin mi ora senin oluyor. ama sonradan kıta sahanlığı filan ortaya çıkmış. bazı bölgeler uluslararası su kabul edilmiş. işler değişmiş. peki şu anda herhangi bir devlete tabii olmayan kara parçası var mı diye sordu bu defa da. olabilir bence. yani okyanuslarda filan bağımsız bölgelerde çok küçük adalar. tamam yarın devleti kuralım o zaman. ben şimdi google earthden bakıp o adalardan birini seçeyim dedi. bu arada özel mülkiyete tabii adalar da var diyordum ki. arkadaşım google earthü açmış. bize ada beğeniyordu. dayanamadım dedim ki kanka devleti kurunca beni yök yapar mısın. yaparız la sıkıntı yok ama ilk üç yıl öğrenci garantisi veremem dedi. olsun tamam ben zaten sansasyon fakültesi açıp bahçesinde de karpuz yetiştirmeyi düşünüyorum. domates momates de ekeriz la dedi. harbiden lan gül gibi geçinir gideriz dedim. azıcık kenara kay da birlikte bakalım hadi.

ilginçtir geceyi tam uğurlayamadan aniden sabahı karşılıyorum.

perdelerle ilgili sıkıntılar yaşıyorum.

açık bıraksam acayip komşularım tarafından taciz ediliyorum.

kapatsam ruhumla dünya arasına engel koymuş gibi hissediyorum.

son zamanlarda ruh kelimesini de çok kullanıyorum mesela.

ruhumu yeni mi fark ettim yoksa bir cümlede kullanabilecek cesarete mi ulaştım. bilmiyorum.

geçmişte sahip olmadığım şikayetlerim var.

üçüncü bir dil öğrenmeyi bitirdim dördüncü bir dil daha öğrensem kendimi ifade edebilir miyim artık merak ediyorum.

her gün çok enteresan insanlarla karşılaşıyorum.

hatta belirli bir gün içerisindeki enteresanlıkları derecelendirme fırsatı bile bulabiliyorum.

küçük esnaftan nefret ediyorum.

sürekli gittiğim marketin manav reyonunda çalışan teyzeye bayılıyorum. aldıklarımı tartıya koyarken dahi çok nazik.

dostoyevskiyi içten içe kıskanıyorum.

ankaradaki 06 inönü dolmuşlarından ve 220 numaralı otobüsten nefret ediyorum.

yazmayı çok seviyorum ama yorucu buluyorum.

yazılmış ne varsa okumak gibi bir huyum var. gördüğüm bir şeyi okumaktan geri kalamıyorum.

uzun süredir youtubedan açıp da komik video izlemiyorum.

pek fazla gülmek ve mutlu hissetmek istemiyorum.

hareket etmekten kaçınıyorum.

nurettin topçunun '' hareket eden bünye düşünemez'' sözünü işime geldiği gibi yorumluyorum. umarım ben kimlere neler yazmışım diye hayal kırıklığına uğramaz.

takıntılı bir insanım ve bunlardan kurtulmak istemiyorum.

mesleğimi seviyorum ama adliyeye girerken utanıyorum.

insanlarla vakit geçirmiyorum hatta kendi içimden ''bugün de vakit kaybetmedim diyebiliyorum''.

kızılaydaki ışıklarda karşıdan karşıya geçmeyi çok seviyorum. zamanım oldukça güvenpark-karanfil-soysal-izmir arasında çeşitli kombinasyonlarla karşıdan karşıya geçiyorum. iki kere ışıklardan geçtiysem arada bir kere de metroyu kullanmayı ihmal etmiyorum.

pazarları seğmenlere gidip şiir-şarap yapmayı da karşıdan karşıya geçmek kadar seviyorum.

birine seni karşıdan karşıya geçmek kadar seviyorum desem ne cevap verir çok merak ediyorum.

gökyüzünün gün içerisinde renk değiştirdiğine inanıyorum. tabii ki mavisinden bahsediyorum.

halk ekmek alırken poşetin on kuruş olması saçmalığından tiksiniyorum. gidip bagetlerle besleniyorum. halk ekmeğin tadını da arıyorum.

filmlerin sonlarıyla pek ilgilenmiyorum. bir filme gittiğimde ikinci perdeye asla girmiyorum. sırf gişe olsun diye yerli filmlere bilet alıp gitmiyorum.

paramı saçma sapan şeylere harcıyorum.

bir albüm satın aldıktan sonra youtubedan dinlemeye devam ediyorum.

şu saatten sonra albümlerin kompakt disk şeklinde satılmasını da saçma buluyorum.

hala okuyan varsa diye söylüyorum.

yavaş yavaş ölüyorum.

yüzeysel olmak gibi bir sorunum olduğuna inanıyorum. ya da yüzeysel gözükmek gibi bir sorunum var diyebiliriz. hatta yüzeysel gözükmek için çaba sarf ediyorum demek daha doğru olacak. hiç kimsenin yüzeysel yahut sığ diye değerlendirilmemesi gerektiğini düşünürken kendimden hep çok yüzeysel lan bu çocuk hiçbir boku ciddiye almıyor. kafası basmıyor galiba çok sığ bu diye bahsedilmesini isterim. temel bir sebebi olmamakla beraber birçok artçı sayabilirim. ancak beni en çok korkutanı sanırım gerçekten öyle biri olmam. tabii ben kendiliğimden olmadım. buna dönüştüm. dönüştüm deyince de kendiliğimden olmuş gibi oldu. buna dönüştürüldüm. en nefret ettiğim şeyler sıralamasında ilk beşe girer bu dış etkenler. etmenler. zorunlu müdahiller. kaçınılmazlık. bunu gerçekten de sevmiyorum. istemediğim şeylerden kaçınabilmeliyim bir şekilde. nasıl olduğu da önemli değil. ama maalesef mümkün gözükmüyor. ulan daha irademin farkında değilken belirli bir çevrede büyüyerek şekillendirilmişim. bak artık bütün filleri bu çatıda kullanacağım. çünkü gerçekten de ben yapmadım bunları. bir şekilde haberim olmadan. oluvermiş. çabucak. çaktırmadan. gelmiş bilincimin altına. işte bu yüzeysellik de bir şekilde bana yapışmış olabilir. bunun da en büyük yansıması her şeye gülerek tepki vermem sanırım. umursamazlığın bir sınırı varsa ben ya o sınırı zorluyorumdur ya da çoktan aşmışımdır sınırı. yine suçu kendimde aramıyorum ama. ben buna dönüştürüldüm. sanki seri cinayetler işlemişim de adam akıllı bir mahkeme salonunda bunların hiçbirini ben yapmadım. toplum ya da yaşadığım çevre beni bu canavara dönüştürdü diyeceğim ve giriş yapıyormuşum gibi oldu. belki bilinen manasıyla katil değilimdir. ama en azından zanlıyımdır. ki zanlı olmak çok kolaydır. olay kafada bitiyor zaten. yarın sabah önüne gelen ilk insana bir zan yapıştırsan o da zanlı olur. cidden basit yani. ama işte katil kelimesini alsam şimdi. hamur gibi düşünsem. romantizm de un olsun. ve ben bu hamuru açmaya kalksam. sanırım ortaya duyguları katledenler için kullanılan bir kelime çıkar. ben o kelimeyi sahiplenirim bak. kendime de yakıştırırım hatta. ciddi anlamda umursamam. yüzeysel yaklaşırım. birisi biri için bir şey ifade edebiliyorsa eğer ben bunu inanmadıklarım arasına yazarım. kaç kişiye karşılık vermeyek hayal yıkmışlığım da vardır. hayal katili. duygu katili. bir gülümseyişi bile öldürebilirim. hatta en anlamlı bakışların zanlısı olarak baş köşeye yazdırabilirim adımı. iğrenç adamın tekiyim biliyorum. ama bunu ben istemedim. ben buna dönüştürüldüm. şimdi kalkıp da empati yapmaya kalkmayacağım. çünkü o işe inanmıyorum. kimse kimsenin yerine kendini koyamaz. kimse kimsenin yerine kendini koymayı deneyemez. ulaşılamazlığın kapsama alanına girer bu empati olayı. itirazı olan varsa. denesin de görelim. başarabildiğini iddia eden varsa da yalan söylüyordur. bu kabul etmeme olayı da çok kolay aslında. mesela birisini doğruyu söylediğime ikna etmeye çalışmam. doğrunun ne olduğunu anlatırım biraz. tek bir doğru olmayacağı gerçeğine alıştırırım. sonra da topluma geri gönderirim. benim gibi birine dönüştürülmesi için. kalabalık tarafından. ki burada kastım da birden çok kişi değil. bir kişisin elli beş kişiliğe sahip olabileceği konusunda ciddi düşünüyorum ama ciddi düşündüğüm bir şey de yoktur benim. bak bunda ciddiyim. neyse yahu. yine olay nerelere geldi. şu anlamsızlığı bir kenara bırakıp size anlamsızlığın asla kenara bırakılamayacak bir şey olduğundan bahsedeyim.

dediğim gibi güleç biriyimdir. bir şey olursa genelde gülerek tepki veririm. ölüm hariç. düşmek dahil.

lisedeyim o zamanlar. orta okuldan en yakın arkadaşımla farklı liselerde yatılı okuyoruz. o konyaya gitmiş ben ankara. dokuzuncu sınıfın yazı. geliyoruz memlekete. birbirimizi buluyoruz hemen. üç ay boyunca hemen hemen her akşam buluşup yürüyoruz sokaklarda. yavaş yavaş. muhabbet ederek. sigaranın ne olduğunu bilmiyoruz daha. çekirdeğimiz oluyor. onu kırıyoruz. muhabbetimiz bol ama. akşam yemeğini yediğimiz gibi çıkıyoruz evden. kavşakta buluşuyoruz. haberleşmeden. bilirdik yani. aynı saatte aynı yerde olurduk. kavşaktaki otobüs durağında bir poşet çekirdek ile beklerdik.

bir gün kavşakta buluşmuşuz yine. yürüdük yürüyebildiğimiz kadar. o kadar yürürdük ki. arabaya binmek garip geliyordu o zamanlar. sonra bir litrelik bir kola aldık. çöktük bir kaldırım kenarına. kavşağa yakınız ama uzaklaşmıyoruz fazla. dedi ki bunu içebilir misin bir dikişte. dört yıldır arkadaşız ve sürekli şunu tek seferde yiyebilir misin şunu tek seferde içebilir misin iddiasındayız. mesela lahmacunu çok seviyoruz ikimiz de. lahmacun yeme yarışması yapıyoruz. hatta bir gün dokuzar tane lahmacun yedik. artık öleceğiz gibi hissediyoruz ama yenişemedik de. son bir tane kalmış. ne yapsak bilemiyoruz. ikimizin de gözü kesmiyor tam bir lahmacunu yemeye. kardeş payı yapıyoruz hemen. nasıl neşeliyiz. sonra ikimiz de hareket edemediğimizi fark ediyoruz. eve yürüyeceğiz ama mümkün değil. onun babası çalışıyor o saatte biliyoruz ve benimkini arıyoruz. geliyor. dünyanın en garip fırçasını yiyoruz. diyor ki bir daha lahmacun yeme yarışması yasak size. ne garip adamlarsınız. birbirimize bakıp gülüyoruz. o kadar. bir o kadar da ağlamışlığımız vardır birbirimize bakarak. lise aşkları zordur. bir tepe buluyoruz kendimize. ağlamak için. dertleşmek için. yeri geldiğinde mektup yakmak için. bir mesaja cevap bekliyoruz heyecanla. bazen oluyor. sırf gaza gelmek için çıkıyoruz tepeye. işte o tepeye toki ev yaptı şimdi. varın siz düşünün gerisini. kini. hıncı. akıl almaz bir yozlaşmanın bizim neslimize kadar nasıl ulaştığını.

neyse. sürekli iddiaya girdiğimiz için tabii ki daha önceden su içme yarışması yaptık. benim sınırım bir buçuk litre. onun da bir litreden biraz fazla biliyoruz. işte kolayı içebilir misin diyor. lan olum tabii ki içerim bir buçuk litre su içmiş adamım ben diyorum hemen. hava bin beş yüz. bir buçuk litre su içebilmek çok önemli bizim için. basitiz biz. sıradanız. ama samimiyiz. ne isek oyuz. o kadarız yani. ben hemen açıyorum kolayı ama arkadaşım arada olum bu kola suya benzemez bok içersin filan diyor. iyice gaza geliyorum. bir dikişte içersem ne verecen diyorum. bir avuç çekirdeğimiz kalmış cebinin bir köşesinde. onu veririm diyor. ben de kabul ediyorum. daha ne olabilir ki. kavşağa yakın bir kaldırıma oturmuş arkadaşımla vakit geçiriyorum. bunu daha iyiye götürebilecek tek şey bir avuç çekirdek. neyse derin bir nefes alıyorum. konsantre filan oluyorum böyle. başlıyorum içmeye. harbiden sudan biraz daha zor ama içilmez gibi de gelmiyor. yarıyı geçiyorum. bitirmeme az kala. arkadaşım başlıyor gülmeye. ben de güleç biriyim zaten. hemen gülüyorum ama öyle böyle değil. burnumdan ılık ılık kola akarak gülüyorum. lan olum burnundan geldi lan diyor. daha da gülüyorum biraz daha kola geliyor burnumdan. yerimden kalktığım gibi kalan kolayı bunun kafasına döküp tekmelemeye başlıyorum. gülüyoruz. eğleniyoruz. neşeliyiz be. keyfimiz yerinde.

sonra yaş ilerliyor tabii. üniversitede yine aynı şehirlere düşemiyoruz. ama yazları elimizden geldiğince birlikteyiz. sınav dönemleri tek derdimiz. büte kalmamak. bir hafta bir hafta. seviyoruz arkadaş birlikte vakit geçirmeyi. üniversite ikinci sınıf. tatile geldiğimiz ilk akşam hemen kavşakta buluşuyoruz. bakıyorum hiç tadı yok. ne oldu lan diyorum. konuşmuyor pek. sigara yakıyor art arda. ben de eşlik ediyorum tabii. sakince yürüyoruz. üç dört sigara içiyoruz sessizce. tepeye gidelim mi diyor. anlıyorum ki mevzu derin. öyle çok konuşmadan tepeye varıyoruz. başlıyor ağlamaya. ne oldu lan anlatsana amınakoyum diyorum. hastayım diyor. kanser. gözlerim doluyor ama sıkıyorum kendimi. dudaklarımı ısırıyorum. karanlıkta gözükmüyor ama nasıl kanıyor alt dudağım. ellerim titreyerek bir sigara daha yakıyorum. korkuyorum diyor. ağlıyor. dilim dönmüyor hiçbir kelimeye. ne kanseri diye bile soramıyorum. konuşmaya çalıştıkça ağlayacak oluyorum. sesim nasıl titriyor nasıl. tamam diyebiliyorum sonunda. merak etme iyi olacaksın. ağlama da anlat bakalım. ilk teşhis koyulduğu andan şu ana kadar ne varsa anlatıyor. bugüne kadar niye bir şey söylemedin oğlum diyorum. ne bileyim sınavların filan diyor. sikerim eğitimini de sınavını da okulunu da diye bağırıyorum ama isyanım başka. derdimiz başka.

her sonun bir başlangıcı varsa eğer. işte o gece sonun başlangıcıydı. o geceden sonra kavşakta buluşmadık. evine giderdim. annesi annem babası babam gibidir zaten. gidiyorum yine bir gün. güleç olmam işe yarıyor bu sefer. neşeleniyoruz hep birlikte. hastahaneye birlikte gidiyoruz. kimseye izin vermiyor. ben kalıyorum yanında. uyuduğu bir vakit babası çağırıyor beni. çökmüş iyice. bitmiş tükenmiş adam. evin anahtarını çıkarttırmış bana. bir buçuk ayımız var diyor. sarılıp ağlıyoruz. sabah eve naklediyoruz. her gün akşama kadar kitap okuyoruz birlikte. akşam kavşağa gidiyoruz yine beraber. bazen ikimiz de yürüyoruz. bazen ben tek başıma yürüyorum. o önümde arabasında. çekirdek alıyoruz. kola alalım mı lan diyor. içer misin bir litre. yok istemem diyorum. gülüyoruz. neşemiz yerinde. lan bu arabayı yakalım bir gün tepede diyor. olum oraya toki yaptılar diyorum. memleketin ağzına sıçtılar iyice diyor. sen bir ayaklan da hele istediğin yerde yakarız diyorum. toki de varsa var. geliyor yanıma kaldırıma oturuyor. muhabbetimize devam ediyoruz.

şimdi ne vakit memlekete gitsem. kavşaktan asla geçmem. bayramlarda önce onun annesinin babasının bayramını kutlarım. kola içemem asla. öyle muhabbet edemem. ben bir daha öyle gülemem be müdür. özledim seni. güzel uyu.

uyandığımda. gökyüzü sen olsan bugün. bulutlar kapatmasa yüzünü. geceden teslim etsen de ruhunu. sabaha kalmasa izin.

bu arada.

nasılsın?
çünkü umarım iyisindir.

seviyorum seni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder